Kalahari

Kalahari
Kalahari Augrabies Extreme Maraton-2014

25 Mayıs 2014 Pazar

İznik Ultra Maratonu-2014

Bir yarış daha bitti. Bu yazıyı yazmayı çok istedim. Çünkü ultra maraton koşacaklar için iyi bir kaynak olacağı düşünüyorum. Bu yıl üçüncü kez İznik Ultra Maratonunu koştum ve bitirdim. Yarışmanın başında koşup koşmama konusunda çok kararsız kaldım. "80 km mi koşsam 130 km mi koşsam yoksa hiç mi koşmasam" diye çok düşündüm. Yağmur yağsaydı kesinlikle koşmayacaktım. Yarış günü hava durumunda Cuma gecesi yağmur yağacak görünüyordu. Bu kadar kararsız içinde daha önce hiç kalmamıştım.
Perşembe günü Güney Afrika’dan yarışmaya gelen Tiaan Erwee ve Mehmet Yıldırım ile beraber Bursa’ya gittik. Bursa’da biraz gezip yemek yedikten sonra Tiaan ve kız arkadaşını Gemlik’e bırakıp Mehmet’le beraber İznik’e gittik. Yorucu bir gün geçirmiştik. Otele varır varmaz hemen uyudum. Cuma sabahı kalktığımızda İznik’te hava kapalıydı. Sabah biraz yağmur yağdıktan sonra güneş açtı. Öğleden sonra hava çok güzeldi. Kayıt yaptırdıktan sonra uyumak için otele gidip. 1-2 saat uydum. Uyandığımda yağmur yağıyordu ve bu sefer ki yağmur sabah ki gibi çiseleme şeklinde değildi. Uyku sersemliği ve yağmurun vermiş olduğu moral bozukluğuyla makarna partisine gittim. Makarna partisinde herkes “keyfin yok hayırdır”. diye  soruyordu. “Baksanıza deli gibi yağmur yağıyor” diye cevap verdim. Aykut Çelikbaş “ Abi sen Mahmut Yavuz’un her halukarda bu yarışı bitirirsin. İlk yıl ki şartlarda bu bile bitirdin yarışı bu sene mi bitiremeyeceksin.” diye bana moral verdi.
Yağmurun yağmasına neden bu kadar taktım diye düşünenleriniz olabilir. 1.İznik Ultra Maratonunda çok yağmur yağmıştı. Zeytin tarlaları arasında çamurda koşamının nasıl bir duygu olduğunu çok iyi biliyordum ve bu duyguyu bir daha yaşamak istemiyordum. Bunun diğer bir sebebi de Haziran ayında Almanya’da Zugspitz Ultra Maratonu (100 km ) koşacak olmamdı. Bu yarıştan önce fazla yıpranmak istemiyordum. Bu şekilde düşünürken kendimi birden başlangıç noktasında buldum. Artık bu işin dönüşü yoktu. Bu yarış bir şekilde bitecekti. Uzattım galiba artık yarış içinde yaşadıklarımı yazmaya başlayayım. 

Start Anı

Yarışın ilk kilometreleri
Yarışa başlamadan önce heyecan olsa gerek 2 kere tuvalete gittim. Ama halen tuvalete gitme ihtiyacım vardı. İkinci kez tuvalete gittiğimde Polis Karakolunda görev olan Polis “ Çok heyecanlısın galiba sürekli tuvalete geliyorsun.” dedi. Aslında bende bunun "heyecan olarak değerlendirip yarış başlayınca geçer" diye düşündüm. Ben bu düşüncelerdeyken yarış başladı. Birçok kişinin bir kere koşmaya cesaret edemediği 130 km’lik maratonu benim için üçüncü kez başladı. Son iki yılın kazananı olmamdan ötürü olsa gerek ilk km’lerde ön grup tempoyu bana bıraktı. 130 km’lik bir yarış için biraz hızlı başladık.  Bunun iki sebebi vardı biri 3 gündür koşmamış olmam diğeri de ilk km’lerin vermiş olduğu rahatlık. Vücut kendini rahat hissettiği için koşmak istiyordu. 2 km’de ihtiyaç molası için kenara çekildiğimde ön grup ile aramdaki fark 100 metreye kadar çıktı. Tempomu biraz artırarak grubu yakalamaya karar verdim. Ben gruptan ayrıldıktan sonra İngiliz Marcus Scotney , Yeni Zelandalı John Bayne ve Akın Yeniceli tempolarını artırıp gruptan koptular. 
Yarışın başı olduğu için onları yakalamak hiç aklımdan geçmedi. Güney Afrikalı Tiaan Erwee, Bahadır İşveren, Alper Dalkılıç ve Ufuk Öztürk abiyi yakaladıktan sonra onlarla ön grubu takip ettik. Tepe çıkmaya başladığımız 5’inci km’ye geldiğimizde 26 dakika olmuştu ve biz ön grubu göremiyorduk. Tepenin başlamasıyla beraber ara ara yürüyor sonra tekrar koşuyorduk. Ufuk abi hiç yürümediği için biraz önümüzde koşuyordu. 7 km’ye geldiğimizde Makedon Zhikica Ivanovski bizi geçti. 9’uncu km’ye kadar Tiaan, Alper ve Bahadır’la beraber koştum. Üzerimde bir yorgunluk vardı. Tepeyi çıkarken çok zorlandım. Kendimi çok yorgun hissediyordum. Tepeyi çıkmanın vermiş olduğu acıyı bacaklarımda hissediyordum. Tepenin sonlarına doğru kendimi daha iyi hissetmeye başladım ve tempomu biraz artırdım. Bahadır’lar biraz arkamda kaldı. İlk kontrol noktası olan Derbent ayrımına geldiğimde Ufuk abiyi ve Makedon sporcuyu tepeyi tırmanırken görüyordum ve bende onların peşinden tepeyi çıkmaya başladım. Tepeyi çıkarken onlara konsantre olduğum için dönüş noktasını kaçırdım ve onları peşinden gittim. 100 metre sonra Yeni Zelandalı, Ufuk abi ve Makedon sporcu bana doğru koşuyorlardı. Caner onları yanlış gittikleri için geri çevirmiş. Tekrar rotaya girdikten sonra Ufuk abi ve Makedon’la beraber koşmaya başladık. Koşarken Akın ve İngiliz Marcus’un önümüzde olduğunu düşünüyorduk. Çünkü Yeni Zelandalı rotaya girdikten sonra sanki onları yakalama telaşıyla yüksek tempoyla yanımızdan geçmişti. Derbent’deki (13 km)  kontrol noktasında hiç durmadan devam ettik.
Derbent’ten sonra Ufuk abi ve Makedon sporcuyla muhabbet ederek Süleymaniye’ye ulaştık. Hava çok güzeldi. Ne soğuktu ne de sıcaktı. Sölöz’e gelene kadar kıyafet değiştirmeyi düşünmediğimden dolayı yukarısı soğuk olur diye biraz kalın giyinerek koşuya başlamıştım. Yukarıda hava benim düşündüğümden daha iyidi. Ara ara terlesemde doğru kıyafet tercihi yaptığı düşünüyorum. Çünkü vücudum soğuk olduğu zaman koşmayı sevmiyorum. Biraz kalın giyinerek vücudumu sürekli sıcak tutma şansı yakalamıştım.
Süleymaniye’deki (28 km) ikinci kontrol noktasına geldiğimizde hakemlere “Önümüzde kaç kişi var” diye sordum. Hakem “Sadece 1 kişi var” dedi. Bu kontrol noktasında da fazla oyalanmadık. Birer tane kek ve muz aldıktan sonra tepeyi çıkmaya başladık. Tepeyi çıkarken Makedon Zhikica’ya  “Akın ve İngiliz kaybolmuş, önümüzde sadece Yeni Zelandalı var.” dedim. Grup koşmanın avantajıyla muhabbet ederek tepeyi çıktık. Tepeyi çıktıktan sonra yaklaşık 5 km’lik bir inişten sonra  Müşküle’ye (35 km) ulaştık. Müşküle’ye inerken Makedon sporcu biraz geride kaldı. Müşüküle’de durmadan Narlıca’ya devam ettik. 
Ufuk abiyle beraber Narlıca’daki (42 km) kontrol noktasında Yeni Zelandalıyı yakaladık. Kontrol noktasında fazla oyalanmadan ayrıldık. Ufuk abi ile tepeyi tırmanmaya başladık. Yeni Zelandalı bizimle gelemedi ve geride kaldı. Tepeyi çıkarken ben ara ara yürüdüm. Ufuk abi ise tepenin tamamını koşarak çıktı. Tepeyi çıktıktan sonra önde gittiğimiz için çekim arabası arkası arkamızdan geliyordu. Bu bizim işimize geldi. Çünkü aracın ışığından faydalandık. Ufuk abiyle 51’inci km’ye kadar birlikte koştuk. Ufuk abi 51’inci km’de ihtiyaç molası vermek için durduktan sonra beni bir daha yakalayamadı. Sölüz’deki (60 km) kontrol noktasına inerken güneş doğmaya başladı. İnanılmaz güzel bir manzara vardı. Benim açımdan yarışın en güzel iki anından biri buydu. Diğeri de bitiş noktasında geçtiğim andı.
Ian Corless'ın kamerasından güneşin doğuşu
Sölöz’deki kontrol noktasına vardığımda bu noktada kıyafet değiştirmeyi düşünüyordum. Ama Faruk Kar ortalıklarda yoktu. Caner “ İyi gidiyorsun var mı bir sıkıntı” diye sordu. Verdiğim cevap netti “Faruk” Ben bu cevabı verince kontrol noktasındaki herkes güldü. Kontrol noktasında fazla oyalanmadan çıktım. Yeni hedef bir sonraki kontrol noktasıydı. Artık hava aydınlanmıştı ama hafif bir soğuk vardı. Örnek Köy’deki (75 km) kontrol noktasına ulaşmak bundan önceki yarışlarda hep zorlu olmuştu. Çünkü zeytin tarlalarının arasında bir taraftan koşmaya çalışırken diğer taraftan çamurla savaşıyorsunuz. Bu sene geçen yıllara göre çamur yoktu. Bu da güzel bir haberdi. Ara ara çamurlu yerler olsa bile çokta problem değildi. Bu yıl fazla yağmur yağmadığından dolayı dün yağan yağmur fazla çamur yapmamıştı. Dere yatağındaki su seviyesi de geçen yıllara göre azdı. 3-4 adımla dereyi geçtim. Tempom güzeldi. Ama yine geçen yıllarda olduğu gibi yalnız koşuyordu. 70’inci km’ye geldiğimde Marcus tarafından yakalandım. Yarış sonunda Suunto Ambit2’nin kayıtlarına baktığımda geçildiğim an 5:04 pace ile koşuyormuşum. Artık önümde takip etmem gereken biri vardı. Örnek Köydeki kontrol noktasına Marcus’tan 4 dakika sonra ulaştım. Kontrol noktasında ihtiyaç molası verdiğim ve kıyafetlerimi değiştirdiğim için yaklaşık 10 dakika oyalandım. Moral olarak iyi durumdaydım. Kendimi çok rahat hissediyordum. Ama geçen yıllar en çok zorlandığım kısma sıra gelmişti. 75’inci ve -95’inci km’ler arasında kontrol noktası yoktu ve 90’ıncı km’ye kadar zeytin tarlaları arasında koşuyor, sonra köyün içerisinden geçerek Ilıca’ya  (95 km ) ulaşıyorsunuz. 
75'inci km Örnek Köy

Örnek Köyden Ayrılış anı
85’inci km’ye kadar sıkıntısız bir şekilde koştum. Tek sıkıntı 83’üncü km’de köylü amcanın selamını alırken dönüş noktasını kaçırmam oldu. 300 metre gittikten sonra şeritleri göremeyince geri dönmeye karar verdim. Çünkü iki şerit arası zeytin tarlalarında asla 300 metre olmamıştı. Geri döndüğümde dönüş noktasını kaçırdığımı fark ettim. Bu tarz işaretli parkurlarda koşarken şerit görmediğim zaman hep dönerim. Doğru yolda gitsem bile şeritleri göremeyince içim rahat etmiyor. Tekrar parkura girdikten 2 km sonra çamurlu patikalar başladı. 
75-95 arası zeytin tarlaları
Çamurda koşarken bir taraftan çamurla savaşırken diğer taraftan kendimle savaşmaya başladım. Bir tarafım neden koşuyorsun derken diğer tarafım yarışı bırakmamak için bana sebepler sunuyordu. Kendi kendime “ Neden 130 km koşuyorsun ki daha önce iki kere koştun zaten 130 km, keşke 80 km koşsaydı şimdi çoktan bitmişti” diyordum. Diğer taraftan “Babayı bitmişti. Daha yeni koşmaya başlamıştın” diyordum. Daha önce hiçbir yarışta kendimle bu kadar savaşmamıştım. Tempom düşmüştü ama bir şekilde koşmaya çalışıyordum. Ara ara yürüyor sonra tekrar koşuyor, kendimi sorgulamaya devam ediyordum. “ Neden hep zoru seçiyorsun ki kolay varken yine zoru seçtin, akıllı adam 130 km koşar mı, bir daha 100 km’nin üzerinde yarış koşmayacağım, burada bıraksam bile kim gelir beni buradan alır ki, bari Ilıca’ya kadar koşayım orada göle girerim v.b. birçok soru soruyordum kendime.  Peki neden bırakıyorsun sorusuna cevabım sadece ve sadece koşmak istemiyorum idi. Başka hiçbir mazeretim yoktu. İkinci sıradaydım geçen yılla yaklaşık aynı sürelerde koşuyordum. Bir çok kişi bu yarışı bitirmemi bekliyordu. Bense bırakmak için kendime mazeretler bulmaya çalışıyordum. Bu şekilde kendimi sorgularken çantamdan Olips şeker çıkartıp ağzıma attım. Şeker biraz olsun beni kendime getirdi. Şekerim biter bitmez hemen ikincisi çıkartıp ağzıma attım. Beni ayakta tutan tek şey şu anda bu şekerdi. 90’ıncı km’ye kadar böyle koştum. Köye girince biraz keyfim yerine geldi. En azından birileri görüyordum. Ilıca’daki (95 km) kontrol noktasına geldiğimde görevliler “çok iyi gidiyorsun” deyip beni motive etmeye çalışıyorlardı. Bende “Birde bana sorun. 85’inci km’den beri kendimle savaşıyorum. Bırakıp bırakmama konusunda” diye cevap verince şaşırdılar. Benim bu cevabımdan sonra sağ olsunlar  beni motive etmeye çalıştılar.. “Ne istersin. Otur çay iç falan” dediler. 3 bardak çay içip iki tane kek yedikten sonra kendime gelmişti. 
Kontrol noktasından ayrılırken yanıma 2 tanede muz aldım. “Kendimle tekrar savaşmaya başlarsam kendimi muzla ödüllendirecektim. 98-100’üncü km’ler arasındaki zeytin tarlasına kadar tekrar kendi tempomda koşmaya başladım.  Adeta çay beni kendime getirmişti. Moralimde yerine gelmişti. Madem bu yarışa başladım. Bir şekilde bu yarış bitecekti. 98 ve 100 km’deki zeytin tarlasında koşarken söylene söylene koştum. Çünkü koşacak bir yer yoktu. Sadece ufak bir teker izi vardı. Onu takip etmeye çalıştım. 50 metre sağımdan asfalt varken bir teker izinde koşmaya çalışırken “Neden bu şekilde yapmışlar.” diye söylendim. 100’üncü km’de asfalta çıkınca rahatladım. Madem 100’üncü km’de asfalta çıkacaktık acaba neden 98’inci km’de çıkmadık ki diye bir taraftan organizasyonu sorguladım. Söylene söylene Boyalıca’ya (105 km) vardım.
105'inci km Boyalıca giriş anı
 Bu kontrol noktasında da çay içip biraz kek yedim. Faruk bana Marcus ile aramda 22 dakika olduğunu söyledi. Son 25 km’ye girmiştim. “Bu saatten sonra Marcus’u yakalayamam” dedim kendi kendime. Sonra düşününce benim Marcus’u yakalamak gibi bir derdim yoktu ki benim yarışı bitirme gibi bir derdim vardı. Marcus’a geçildikten sonra onu yakalamayı hiç düşünmemiştim. Kilometreleri saya saya Dikilitaş’a (120 km) ulaştım.
Boyalıca ile Dikilitaş arası aslında az değildi 15 km’lik bir mesafe vardı. Ama artık yarışı bitirmeyi kafaya koyduğum için bu mesafe düşündüğümden çabuk geçti. Gerçi 108 ile 110 km’ler arası yine zeytinliklerin içiydi. Söylene söylene burayı da geçtim. Dikilitaş'a gelince yine çay ile kendimi ödüllendirmenin hayaliyle Dikilitaş’a ulaştım. Ama Dikilitaş’a ulaştığımda evdeki plan çarşıya uymadı. Ender abi ile Şirin Mine bana “Çok iyi gidiyorsun. Marcus sadece 10 dakika önünde ve çok yavaş gidiyor böyle gidersen yakalarsın” dediler. Bende “ O zaman kontrol noktasına girmemeyim” dedim. “Tamam” dediler. Marcus’u yakalamak gibi bir amacım yokken birden onu yakalamak için tempolu koşmaya başladığımı gördüm. Arda Sert arkamdan koşarak “abi suya ihtiyacın var mı?” diye sordu. “Sağol Arda her şeyim var” dedim. 85-95’inci km’ler arası yarışı bırakmayı düşünen ben. Bir anda 5:30-5:35 pace ile koşmaya başladım. 5 km bu şekilde koştuktan sonra yorgunluk çökmeye başladı ve yine yavaşladım. Artık tek hedef bitiş noktasından geçmekti. Son 3 km şehir merkezine girince koşmak kolaylaştı. Acı çekiyordum. Ama halkın desteği sayesinde acıyı fazla hissetmiyordum. Bitiş noktasını görmeye başladım da “Allah’ım çok şükür bir yarışı daha bitirme gücü verdin bana” dedim. 
Bitiş Anı-Macera Sona Erdi.
Bir yarış daha bitti. 2 yıl önce başladığım ultra maraton serüveninde kendimle bu kadar savaştığım bir yarış olmadı. İki yıl önceki İznik Ultra Maratonu daha zorlu şartlarda geçmişti. Yarışın büyük bir kısmında yağmur yağmıştı. Parkurun 60’ıncı km’sinden sonrasın neredeyse tamamı çamurdu. Ama hiç yarışı bırakmayı düşünmemiştim. Dönüp arkama baktığımda bunun tek sebebi vardı. Yarışa başlarken kafamın karışık olması. Kafamda koşsam mı koşmasam mı soru işaretleri vardı. Kafamda yağmur yağarsa koşarım yağmazsa koşmam düşüncesi vardı. Bu şartlarda yarışı bitirmek benim için çok önemli oldu.
Ultra maraton koşmak; fiziksel dayanıklığın yanında mental dayanıklıkta gerekiyor. Fiziksel olarak güçlü olsanız bile mental olarak hazır olmadığınız zaman bitiş noktasından geçmek daha zor oluyor. Bu yarış bana bunu gösterdi. Bu yıl geçen yıllara oranla fiziksel olarak daha iyi durumdaydım. Yapmış olduğum antremanlar ve koşmuş olduğum yarışlar bunu gösteriyordu. Ama yarışın başındaki kararsızlık beni yarış içerisinde mental yorgunluğa itti. Mental yorgunlukta fiziksel yorgunluğu getirdi. Bu yıl yarışa gece başlamamıza rağmen geçen yıla göre 41 dakika hızlı koştum. Yarıştan sonra ki gün rahat yürüyebiliyordum. Her yarıştan sonra keşkelerimiz olmuştur. Keşke bunu böyle yapsaydım daha iyi koşardım gibi. Bu yarıştan sonra arkama baktığımda keşkem oldu mu diye belki olmuştur. Ama bitiş noktasından geçebilmek bile benim için büyük bir mutluluk oldu. İlk kez böyle mental bir savaşı kazanmış oldum.
Ultra maraton koşarken yarışın her anında kendinizi sorgulamaya başlayabilirsiniz. Bence bu bir mental savaş. Bu savaşı kazanabilirsiniz de kaybedebilirsiniz de. Ama kesin olan bir şey bu savaşı kazandığınızda yaşadığınız mutluluk. Belki ben hızlı koşan biri olarak bunları yazıyorum. Ultra maratonu bitirerek pastadan bir dilim almayı hak ediyorsunuz. Dereceye girince de sadece o pastanın kremasından yemeyi hak ediyorsunuz. Ama önemli olan bu pastadan bir parça alabilmek. Ben bu şekilde düşünüyorum. Hepinizi bu pastadan bir pay yemeye davet ediyorum.  

Ödül Töreni
Bir daha İznik Ultra Maratonun koşar mıyım bilmiyorum. Bu soruya cevap vermem şu anda o kadar çok zor ki. Ama kesin olan bir şey var daha çok ultra maraton koşacağım. Yurtdışında ultra maratonlar seçerek bayrağımızı en iyi şekilde temsil edeceğim. Şimdi ilk hedef 24 Mayıs’da yapılacak olan Two Castle And Abbey Ultra Maratonu (www.castesultra.com - 80 km). Sonra ki hedef ise 22 Haziran’da  yapılacak olan Salomon Zugspitz Ultratrail (http://www.zugspitz-ultratrail.com – 100 km ) yarışı.
İznik Ultra Maratonu organizasyonunda emeği geçen herkese teşekkür etmek istiyorum. Macera Akademisi ve çalışanlarına, İznik Belediyesi’ne, Asics’e, gönüllülere (Özellikle beni tekrar yarışa döndürdükleri için Ilıca’daki gönüllülere ),  koşma cesareti gösteren tüm yarışmacılara, yarış boyunca bana teknik destek veren takım arkadaşım Faruk Kar’a (Sölöz’de arabada uyusa da), yarışmadaki kıyafetlerimi sağlayan SALOMON’a, en büyük destekçim Ambit2’yi veren SUUNTO’ya ve yarışma masraflarını karşılayan Güllük Deniz İşletmelerine çok teşekkür ederim.


DAHA NİCE YARIŞLARA VE BAŞARILARA.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder