Bir
yarış daha bitti. Bu yazıyı yazmayı çok istedim. Çünkü ultra maraton koşacaklar
için iyi bir kaynak olacağı düşünüyorum. Bu yıl üçüncü kez İznik Ultra Maratonunu
koştum ve bitirdim. Yarışmanın başında koşup koşmama konusunda çok kararsız
kaldım. "80 km mi koşsam 130 km mi koşsam yoksa hiç mi koşmasam" diye çok
düşündüm. Yağmur yağsaydı kesinlikle koşmayacaktım. Yarış günü hava durumunda
Cuma gecesi yağmur yağacak görünüyordu. Bu kadar kararsız içinde daha önce hiç
kalmamıştım.
Perşembe günü Güney Afrika’dan yarışmaya gelen
Tiaan Erwee ve Mehmet Yıldırım ile
beraber Bursa’ya gittik. Bursa’da biraz gezip yemek yedikten sonra Tiaan ve kız
arkadaşını Gemlik’e bırakıp Mehmet’le beraber İznik’e gittik. Yorucu bir gün
geçirmiştik. Otele varır varmaz hemen uyudum. Cuma sabahı kalktığımızda
İznik’te hava kapalıydı. Sabah biraz yağmur yağdıktan sonra güneş açtı. Öğleden
sonra hava çok güzeldi. Kayıt yaptırdıktan sonra uyumak için otele gidip. 1-2
saat uydum. Uyandığımda yağmur yağıyordu ve bu sefer ki yağmur sabah ki gibi çiseleme
şeklinde değildi. Uyku sersemliği ve yağmurun vermiş olduğu moral bozukluğuyla
makarna partisine gittim. Makarna partisinde herkes “keyfin yok hayırdır”. diye
soruyordu. “Baksanıza deli gibi yağmur
yağıyor” diye cevap verdim. Aykut Çelikbaş “ Abi sen Mahmut Yavuz’un her
halukarda bu yarışı bitirirsin. İlk yıl ki şartlarda bu bile bitirdin yarışı bu
sene mi bitiremeyeceksin.” diye bana moral verdi.
Yağmurun
yağmasına neden bu kadar taktım diye düşünenleriniz olabilir. 1.İznik Ultra
Maratonunda çok yağmur yağmıştı. Zeytin tarlaları arasında çamurda koşamının
nasıl bir duygu olduğunu çok iyi biliyordum ve bu duyguyu bir daha yaşamak
istemiyordum. Bunun diğer bir sebebi de Haziran ayında Almanya’da Zugspitz
Ultra Maratonu (100 km ) koşacak olmamdı. Bu yarıştan önce fazla yıpranmak
istemiyordum. Bu şekilde düşünürken kendimi birden başlangıç
noktasında buldum. Artık bu işin dönüşü yoktu. Bu yarış bir şekilde bitecekti.
Uzattım galiba artık yarış içinde yaşadıklarımı yazmaya başlayayım.
Start Anı |
Yarışın ilk kilometreleri |
Yarışa
başlamadan önce heyecan olsa gerek 2 kere tuvalete gittim. Ama halen tuvalete
gitme ihtiyacım vardı. İkinci kez tuvalete gittiğimde Polis Karakolunda görev
olan Polis “ Çok heyecanlısın galiba sürekli tuvalete geliyorsun.” dedi.
Aslında bende bunun "heyecan olarak değerlendirip yarış başlayınca geçer" diye
düşündüm. Ben bu düşüncelerdeyken yarış başladı. Birçok kişinin bir kere
koşmaya cesaret edemediği 130 km’lik maratonu benim için üçüncü kez başladı.
Son iki yılın kazananı olmamdan ötürü olsa gerek ilk km’lerde ön grup tempoyu
bana bıraktı. 130 km’lik bir yarış için biraz hızlı başladık. Bunun iki sebebi vardı biri 3 gündür koşmamış
olmam diğeri de ilk km’lerin vermiş olduğu rahatlık. Vücut kendini rahat
hissettiği için koşmak istiyordu. 2 km’de ihtiyaç molası için kenara
çekildiğimde ön grup ile aramdaki fark 100 metreye kadar çıktı. Tempomu biraz
artırarak grubu yakalamaya karar verdim. Ben gruptan ayrıldıktan sonra İngiliz
Marcus Scotney , Yeni Zelandalı John Bayne ve Akın Yeniceli tempolarını artırıp
gruptan koptular.
Yarışın başı olduğu için onları yakalamak hiç aklımdan
geçmedi. Güney Afrikalı Tiaan Erwee, Bahadır İşveren, Alper Dalkılıç ve Ufuk
Öztürk abiyi yakaladıktan sonra onlarla ön grubu takip ettik. Tepe çıkmaya
başladığımız 5’inci km’ye geldiğimizde 26 dakika olmuştu ve biz ön grubu
göremiyorduk. Tepenin başlamasıyla beraber ara ara yürüyor sonra tekrar
koşuyorduk. Ufuk abi hiç yürümediği için biraz önümüzde koşuyordu. 7 km’ye
geldiğimizde Makedon Zhikica Ivanovski bizi
geçti. 9’uncu km’ye kadar Tiaan, Alper ve Bahadır’la beraber koştum. Üzerimde
bir yorgunluk vardı. Tepeyi çıkarken çok zorlandım. Kendimi çok yorgun
hissediyordum. Tepeyi çıkmanın vermiş olduğu acıyı bacaklarımda hissediyordum. Tepenin
sonlarına doğru kendimi daha iyi hissetmeye başladım ve tempomu biraz artırdım.
Bahadır’lar biraz arkamda kaldı. İlk kontrol noktası olan Derbent ayrımına
geldiğimde Ufuk abiyi ve Makedon sporcuyu tepeyi tırmanırken görüyordum ve
bende onların peşinden tepeyi çıkmaya başladım. Tepeyi çıkarken onlara
konsantre olduğum için dönüş noktasını kaçırdım ve onları peşinden gittim. 100
metre sonra Yeni Zelandalı, Ufuk abi ve Makedon sporcu bana doğru koşuyorlardı.
Caner onları yanlış gittikleri için geri çevirmiş. Tekrar rotaya girdikten
sonra Ufuk abi ve Makedon’la beraber koşmaya başladık. Koşarken Akın ve İngiliz
Marcus’un önümüzde olduğunu düşünüyorduk. Çünkü Yeni Zelandalı rotaya girdikten
sonra sanki onları yakalama telaşıyla yüksek tempoyla yanımızdan geçmişti. Derbent’deki
(13 km) kontrol noktasında hiç durmadan
devam ettik.
Derbent’ten sonra Ufuk abi ve Makedon sporcuyla muhabbet ederek
Süleymaniye’ye ulaştık. Hava çok güzeldi. Ne soğuktu ne de sıcaktı. Sölöz’e
gelene kadar kıyafet değiştirmeyi düşünmediğimden dolayı yukarısı soğuk olur
diye biraz kalın giyinerek koşuya başlamıştım. Yukarıda hava benim
düşündüğümden daha iyidi. Ara ara terlesemde doğru kıyafet tercihi yaptığı
düşünüyorum. Çünkü vücudum soğuk olduğu zaman koşmayı sevmiyorum. Biraz
kalın giyinerek vücudumu sürekli sıcak tutma şansı yakalamıştım.
Süleymaniye’deki (28 km) ikinci kontrol noktasına geldiğimizde hakemlere
“Önümüzde kaç kişi var” diye sordum. Hakem “Sadece 1 kişi var” dedi. Bu kontrol
noktasında da fazla oyalanmadık. Birer tane kek ve muz aldıktan sonra tepeyi
çıkmaya başladık. Tepeyi çıkarken Makedon Zhikica’ya “Akın ve İngiliz kaybolmuş, önümüzde sadece
Yeni Zelandalı var.” dedim. Grup koşmanın avantajıyla muhabbet ederek tepeyi
çıktık. Tepeyi çıktıktan sonra yaklaşık 5 km’lik bir inişten sonra Müşküle’ye (35 km) ulaştık. Müşküle’ye inerken
Makedon sporcu biraz geride kaldı. Müşüküle’de durmadan Narlıca’ya devam ettik.
Ufuk
abiyle beraber Narlıca’daki (42 km) kontrol noktasında Yeni Zelandalıyı
yakaladık. Kontrol noktasında fazla oyalanmadan ayrıldık. Ufuk abi ile tepeyi
tırmanmaya başladık. Yeni Zelandalı bizimle gelemedi ve geride kaldı. Tepeyi
çıkarken ben ara ara yürüdüm. Ufuk abi ise tepenin tamamını koşarak çıktı.
Tepeyi çıktıktan sonra önde gittiğimiz için çekim arabası arkası arkamızdan
geliyordu. Bu bizim işimize geldi. Çünkü aracın ışığından faydalandık. Ufuk abiyle
51’inci km’ye kadar birlikte koştuk. Ufuk abi 51’inci km’de ihtiyaç molası
vermek için durduktan sonra beni bir daha yakalayamadı. Sölüz’deki (60 km)
kontrol noktasına inerken güneş doğmaya başladı. İnanılmaz güzel bir manzara
vardı. Benim açımdan yarışın en güzel iki anından biri buydu. Diğeri de bitiş
noktasında geçtiğim andı.
Ian Corless'ın kamerasından güneşin doğuşu |
Sölöz’deki kontrol noktasına vardığımda bu noktada kıyafet değiştirmeyi
düşünüyordum. Ama Faruk Kar ortalıklarda yoktu. Caner “ İyi gidiyorsun var mı
bir sıkıntı” diye sordu. Verdiğim cevap netti “Faruk” Ben bu cevabı verince
kontrol noktasındaki herkes güldü. Kontrol noktasında fazla oyalanmadan çıktım. Yeni hedef bir sonraki kontrol noktasıydı. Artık hava
aydınlanmıştı ama hafif bir soğuk vardı. Örnek Köy’deki (75 km) kontrol
noktasına ulaşmak bundan önceki yarışlarda hep zorlu olmuştu. Çünkü zeytin
tarlalarının arasında bir taraftan koşmaya çalışırken diğer taraftan çamurla
savaşıyorsunuz. Bu sene geçen yıllara göre çamur yoktu. Bu da güzel
bir haberdi. Ara ara çamurlu yerler olsa bile çokta problem değildi. Bu yıl
fazla yağmur yağmadığından dolayı dün yağan yağmur fazla çamur yapmamıştı. Dere
yatağındaki su seviyesi de geçen yıllara göre azdı. 3-4 adımla dereyi geçtim. Tempom
güzeldi. Ama yine geçen yıllarda olduğu gibi yalnız koşuyordu. 70’inci km’ye
geldiğimde Marcus tarafından yakalandım. Yarış sonunda Suunto Ambit2’nin
kayıtlarına baktığımda geçildiğim an 5:04 pace ile koşuyormuşum. Artık önümde
takip etmem gereken biri vardı. Örnek Köydeki kontrol noktasına Marcus’tan 4
dakika sonra ulaştım. Kontrol noktasında ihtiyaç molası verdiğim ve
kıyafetlerimi değiştirdiğim için yaklaşık 10 dakika oyalandım. Moral olarak iyi
durumdaydım. Kendimi çok rahat hissediyordum. Ama geçen yıllar en çok zorlandığım
kısma sıra gelmişti. 75’inci ve -95’inci km’ler arasında kontrol noktası yoktu ve 90’ıncı
km’ye kadar zeytin tarlaları arasında koşuyor, sonra köyün içerisinden geçerek
Ilıca’ya (95 km ) ulaşıyorsunuz.
75'inci km Örnek Köy |
Örnek Köyden Ayrılış anı |
85’inci km’ye kadar sıkıntısız bir şekilde koştum. Tek sıkıntı 83’üncü
km’de köylü amcanın selamını alırken dönüş noktasını kaçırmam oldu. 300 metre
gittikten sonra şeritleri göremeyince geri dönmeye karar verdim. Çünkü iki
şerit arası zeytin tarlalarında asla 300 metre olmamıştı. Geri döndüğümde dönüş
noktasını kaçırdığımı fark ettim. Bu tarz işaretli parkurlarda koşarken şerit
görmediğim zaman hep dönerim. Doğru yolda gitsem bile şeritleri göremeyince içim
rahat etmiyor. Tekrar parkura girdikten 2 km sonra çamurlu patikalar başladı.
75-95 arası zeytin tarlaları |
Çamurda koşarken bir taraftan çamurla savaşırken diğer taraftan kendimle
savaşmaya başladım. Bir tarafım neden koşuyorsun derken diğer tarafım yarışı
bırakmamak için bana sebepler sunuyordu. Kendi kendime “ Neden 130 km
koşuyorsun ki daha önce iki kere koştun zaten 130 km, keşke 80 km koşsaydı
şimdi çoktan bitmişti” diyordum. Diğer taraftan “Babayı bitmişti. Daha yeni
koşmaya başlamıştın” diyordum. Daha önce hiçbir yarışta kendimle bu kadar
savaşmamıştım. Tempom düşmüştü ama bir şekilde koşmaya çalışıyordum. Ara ara yürüyor
sonra tekrar koşuyor, kendimi sorgulamaya devam ediyordum. “ Neden hep zoru
seçiyorsun ki kolay varken yine zoru seçtin, akıllı adam 130 km koşar mı, bir
daha 100 km’nin üzerinde yarış koşmayacağım, burada bıraksam bile kim gelir
beni buradan alır ki, bari Ilıca’ya kadar koşayım orada göle girerim v.b. birçok soru soruyordum kendime. Peki
neden bırakıyorsun sorusuna cevabım sadece ve sadece koşmak istemiyorum idi.
Başka hiçbir mazeretim yoktu. İkinci sıradaydım geçen yılla yaklaşık aynı
sürelerde koşuyordum. Bir çok kişi bu yarışı bitirmemi bekliyordu. Bense
bırakmak için kendime mazeretler bulmaya çalışıyordum. Bu şekilde kendimi
sorgularken çantamdan Olips şeker çıkartıp ağzıma attım. Şeker biraz olsun beni
kendime getirdi. Şekerim biter bitmez hemen ikincisi çıkartıp ağzıma attım.
Beni ayakta tutan tek şey şu anda bu şekerdi. 90’ıncı km’ye kadar böyle koştum.
Köye girince biraz keyfim yerine geldi. En azından birileri görüyordum. Ilıca’daki
(95 km) kontrol noktasına geldiğimde görevliler “çok iyi gidiyorsun” deyip beni
motive etmeye çalışıyorlardı. Bende “Birde bana sorun. 85’inci km’den beri
kendimle savaşıyorum. Bırakıp bırakmama konusunda” diye cevap verince
şaşırdılar. Benim bu cevabımdan sonra sağ olsunlar beni motive etmeye çalıştılar.. “Ne istersin.
Otur çay iç falan” dediler. 3 bardak çay içip iki tane kek yedikten sonra
kendime gelmişti.
Kontrol noktasından ayrılırken yanıma 2 tanede muz aldım. “Kendimle
tekrar savaşmaya başlarsam kendimi muzla ödüllendirecektim. 98-100’üncü km’ler
arasındaki zeytin tarlasına kadar tekrar kendi tempomda koşmaya başladım. Adeta çay beni kendime getirmişti. Moralimde
yerine gelmişti. Madem bu yarışa başladım. Bir şekilde bu yarış bitecekti. 98
ve 100 km’deki zeytin tarlasında koşarken söylene söylene koştum. Çünkü koşacak
bir yer yoktu. Sadece ufak bir teker izi vardı. Onu takip etmeye çalıştım. 50
metre sağımdan asfalt varken bir teker izinde koşmaya çalışırken “Neden bu
şekilde yapmışlar.” diye söylendim. 100’üncü km’de asfalta çıkınca
rahatladım. Madem 100’üncü km’de asfalta çıkacaktık acaba neden 98’inci km’de
çıkmadık ki diye bir taraftan organizasyonu sorguladım. Söylene söylene Boyalıca’ya
(105 km) vardım.
105'inci km Boyalıca giriş anı |
Bu kontrol noktasında da çay içip biraz kek yedim. Faruk bana Marcus ile aramda 22 dakika olduğunu söyledi. Son 25 km’ye girmiştim. “Bu saatten sonra Marcus’u yakalayamam” dedim kendi kendime. Sonra düşününce benim Marcus’u yakalamak gibi bir derdim yoktu ki benim yarışı bitirme gibi bir derdim vardı. Marcus’a geçildikten sonra onu yakalamayı hiç düşünmemiştim. Kilometreleri saya saya Dikilitaş’a (120 km) ulaştım.
Boyalıca ile Dikilitaş arası aslında az değildi 15 km’lik bir mesafe
vardı. Ama artık yarışı bitirmeyi kafaya koyduğum için bu mesafe düşündüğümden
çabuk geçti. Gerçi 108 ile 110 km’ler arası yine zeytinliklerin içiydi. Söylene
söylene burayı da geçtim. Dikilitaş'a gelince yine çay ile kendimi
ödüllendirmenin hayaliyle Dikilitaş’a ulaştım. Ama Dikilitaş’a ulaştığımda
evdeki plan çarşıya uymadı. Ender abi ile Şirin Mine bana “Çok iyi gidiyorsun.
Marcus sadece 10 dakika önünde ve çok yavaş gidiyor böyle gidersen yakalarsın”
dediler. Bende “ O zaman kontrol noktasına girmemeyim” dedim. “Tamam” dediler.
Marcus’u yakalamak gibi bir amacım yokken birden onu yakalamak için tempolu
koşmaya başladığımı gördüm. Arda Sert arkamdan koşarak “abi suya ihtiyacın var
mı?” diye sordu. “Sağol Arda her şeyim var” dedim. 85-95’inci km’ler arası
yarışı bırakmayı düşünen ben. Bir anda 5:30-5:35 pace ile koşmaya başladım. 5
km bu şekilde koştuktan sonra yorgunluk çökmeye başladı ve yine yavaşladım. Artık
tek hedef bitiş noktasından geçmekti. Son 3 km şehir merkezine girince koşmak
kolaylaştı. Acı çekiyordum. Ama halkın desteği sayesinde acıyı fazla
hissetmiyordum. Bitiş noktasını görmeye başladım da “Allah’ım çok şükür bir
yarışı daha bitirme gücü verdin bana” dedim.
Bitiş Anı-Macera Sona Erdi. |
Bir yarış daha bitti. 2 yıl önce başladığım ultra maraton serüveninde
kendimle bu kadar savaştığım bir yarış olmadı. İki yıl önceki İznik Ultra
Maratonu daha zorlu şartlarda geçmişti. Yarışın büyük bir kısmında yağmur
yağmıştı. Parkurun 60’ıncı km’sinden sonrasın neredeyse tamamı çamurdu. Ama hiç
yarışı bırakmayı düşünmemiştim. Dönüp arkama baktığımda bunun tek sebebi vardı. Yarışa başlarken kafamın karışık olması. Kafamda koşsam mı
koşmasam mı soru işaretleri vardı. Kafamda yağmur yağarsa koşarım
yağmazsa koşmam düşüncesi vardı. Bu şartlarda yarışı bitirmek benim
için çok önemli oldu.
Ultra maraton koşmak; fiziksel dayanıklığın yanında mental dayanıklıkta
gerekiyor. Fiziksel olarak güçlü olsanız bile mental olarak hazır olmadığınız
zaman bitiş noktasından geçmek daha zor oluyor. Bu yarış bana bunu gösterdi. Bu
yıl geçen yıllara oranla fiziksel olarak daha iyi durumdaydım. Yapmış olduğum
antremanlar ve koşmuş olduğum yarışlar bunu gösteriyordu. Ama yarışın başındaki
kararsızlık beni yarış içerisinde mental yorgunluğa itti. Mental yorgunlukta
fiziksel yorgunluğu getirdi. Bu yıl yarışa gece başlamamıza rağmen geçen yıla
göre 41 dakika hızlı koştum. Yarıştan sonra ki gün rahat
yürüyebiliyordum. Her yarıştan sonra keşkelerimiz olmuştur. Keşke bunu böyle
yapsaydım daha iyi koşardım gibi. Bu yarıştan sonra arkama baktığımda keşkem
oldu mu diye belki olmuştur. Ama bitiş noktasından geçebilmek bile benim için
büyük bir mutluluk oldu. İlk kez böyle mental bir savaşı kazanmış oldum.
Ultra maraton koşarken yarışın her anında kendinizi sorgulamaya
başlayabilirsiniz. Bence bu bir mental savaş. Bu savaşı kazanabilirsiniz de
kaybedebilirsiniz de. Ama kesin olan bir şey bu savaşı kazandığınızda
yaşadığınız mutluluk. Belki ben hızlı koşan biri olarak bunları yazıyorum.
Ultra maratonu bitirerek pastadan bir dilim almayı hak ediyorsunuz. Dereceye
girince de sadece o pastanın kremasından yemeyi hak ediyorsunuz. Ama önemli
olan bu pastadan bir parça alabilmek. Ben bu şekilde düşünüyorum. Hepinizi bu
pastadan bir pay yemeye davet ediyorum.
Ödül Töreni |
Bir daha İznik Ultra Maratonun koşar mıyım bilmiyorum. Bu soruya cevap
vermem şu anda o kadar çok zor ki. Ama kesin olan bir şey var daha çok ultra
maraton koşacağım. Yurtdışında ultra maratonlar seçerek bayrağımızı en iyi
şekilde temsil edeceğim. Şimdi ilk hedef 24 Mayıs’da yapılacak olan Two Castle
And Abbey Ultra Maratonu (www.castesultra.com - 80 km). Sonra ki hedef
ise 22 Haziran’da yapılacak olan Salomon Zugspitz Ultratrail (http://www.zugspitz-ultratrail.com –
100 km ) yarışı.
İznik Ultra Maratonu organizasyonunda emeği geçen herkese
teşekkür etmek istiyorum. Macera Akademisi ve çalışanlarına, İznik Belediyesi’ne,
Asics’e, gönüllülere (Özellikle beni tekrar yarışa döndürdükleri için
Ilıca’daki gönüllülere ), koşma cesareti
gösteren tüm yarışmacılara, yarış boyunca bana teknik destek veren takım
arkadaşım Faruk Kar’a (Sölöz’de arabada uyusa da), yarışmadaki kıyafetlerimi
sağlayan SALOMON’a, en büyük destekçim Ambit2’yi veren SUUNTO’ya ve yarışma
masraflarını karşılayan Güllük Deniz İşletmelerine çok teşekkür ederim.
DAHA NİCE YARIŞLARA VE BAŞARILARA.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder