Kalahari

Kalahari
Kalahari Augrabies Extreme Maraton-2014

26 Kasım 2015 Perşembe

Karar Karardır Asla Değişmez (Kalahari Augrabies Extreme Maraton 2015)

Aslında gitmeye pek de gönüllü değildim. Geçen yılın kazananı olduğum için yarışmaya katılım ücreti ödemeyecektim. Büyükelçimiz Kaan ESENENER Türk Hava Yollarından ücretsiz uçak bileti ayarlayınca Bakiye Abla ile beraber Güney Afrika yolu bir kez daha göründü. Koca bir yıl işlerden ve aksiliklerden dolayı çok fazla ultra maraton yarışı koşamamıştım. Temmuz ayının sonuyla birlikte ultra maraton sezonu benim için tekrar açıldı diyebiliriz. 

Sırasıyla Runfire Cappadocia (252 km), Aladağlar Ultra Trail (46 km), Frig Vadisi Ultra Maratonu (42 km) ve Likya yolu ultra maratonunu (240 km) koştuktan sonra sırada Kalahari Augrabies Extreme Maraton vardı. (Kağıt üstünde 252 km).

Bakiye Abla ile 20 Ekim günü bir kez daha Johannesburg yolculuğu başladı. 20 ve 21 Ekim günlerini Johannesburg’da geçirdikten sonra 22 Ekim günü Johannesburg’dan Uphilton’a uçtuk. Uphilton’dan yaklaşık iki saatlik otobüs yolculuğu sonrasında Kalahari Augrabies National Park’a ulaştık. Yarış 24 Ekim Cumartesi günü başlayacaktı. 22 ve 23 Ekim günlerini National Park’ta tanıdık yüzlerle geçirdik.


Bu yıl yarış zorlu olacağa benziyordu. Yaklaşık 45 derece sıcaklık vardı. Cumartesi sabahı yarış başladı. Birinci gün bizi 25 km’lik bir parkur bekliyordu. Yarışın başlamasıyla beraber geçen yılın dördüncüsü Martin ve 2012 yılı şampiyonu Hylton öne geçti. İngiliz Nathan’da bu ikilinin arkasına takıldı. İlk gün olduğu için yarışın başında çok tempolu gitmeyi düşünmedim çünkü çantam ağırdı ve kat edilecek çok mesafe vardı. İlk kontrol noktası olan 8.5 km’de bu üçlüyü yakaladım. Kontrol noktasında, Nathan ile birlikte oyalanmadan çıktığımız için diğer ikili arkamızda kaldı. Parkurun geri kalan kısmını sabit tempoda koşarak ve kontrol noktalarında fazla oyalanmadan Nathan ile birlikte 2 saat 3 dakikada bitirdik. Hylton yaklaşık 3 dakika arkamızdan geldi.

Yarış, organizasyon için baya sıkıntılı başlamıştı. Bu yıl geçen iki yıla göre çok kırıcıydı. Yarışa başlayan 70 sporcudan 8’i ilk gün yarışı terk etti oysa geçen yıl yarış boyunca 4 kişi yarışı terk etmişti. Alman bir kadın sporcu yolunu kaybettikten sonra çantasını çıkartıp yolu aramaya kalkınca dehidrasyona girdi. Organizasyon tarafından şans eseri baygın bir şekilde bulundu ve iki gün hastanede geçirdi.

Etabın bitmesiyle 3 tane 1.5 lt (toplam 4.5 lt) su hakkımız vardı. Etap biter bitmez o hararetle 1.5 lt su bir dikişte bitirdim, kaldı 3 lt suyum. Bir sonra ki ilk kontrol noktasına kadar başka su hakkım yoktu ama bu yıl geçen yıllardan farklı olarak sınırsız sıcak su vardı. Su ihtiyacımı gidermek için sürekli çay içtim öyle ki kaç bardak çay içtiğimi hatırlamıyorum.

Kaldığımız çadırlar çok sıcak olduğu için bir kaya bulup koca bir günü o kayanın altında geçirdim. Öğleden sonra yarış direktörü kamp alanına geldiğinde ona “Ekstra su verilmesi gerektiğini ve bu şekilde bir çok sporcunun yarışı bitiremeyeceğini” söyledim. Bana cevap olarak “kamp alanına sporcu sayısı kadar su getirdikleri ve MDS(Maraton des Sable)’i örnek göstererek birçok yarışmada bu şekilde olduğunu” söyledi. Ben de kendisine “Haklı olduğunu fakat hiçbir yarışta bu sıcaklıkların olmadığını” belirttim. Akşam olunca yarışı terk eden 8 sporcunun su hakkını da sporculara eşit olarak dağıttılar.


İkinci gün bizi, 35 km’lik zorlu bir parkur bekliyordu. 35 km’nin yaklaşık 17 km’si benim en çok nefret ettiğim bölüm olan kumlu dere yataklarından oluşuyordu. İlk kontrol noktasına kadar Orange nehrinin kenarından koşacaktık. Bu kısım kumlu ve kayalıktı. İkinci gün de ilk günden farklı değildi ve sıcaklık yine etkisini gösterdi. Yarışın başlamasıyla senaryo dünkü gibi oldu Martin ve Hylton öne çıktı. Bu sefer Nathan benimle birlikte kaldı. İlk kontrol noktasına varmadan bu ikiliyi yine yakaladık. İlk kontrol noktasına dördümüz beraber girdik. Kontrol noktasında anlamsız bir şekilde oyalandım geri dönüp arkama baktığımda neden oyalandığıma hala anlam veremiyorum. Martin kontrol noktasından sonra temposunu artırdı. Nathan ve Hylton onun arkasından devam etti. Bende bu ikiliyi kontrol noktasında kaybettiğim zamandan dolayı 100 metre arkadan takip ettim. İkinci kontrol noktasından hızlı bir şekilde çıkıp aradaki farkı kapatmayı planladığımdan dolayı tempomu bozmadan aradaki farkı koruyarak ikinci kontrol noktasına kadar bu şekilde devam ettim. İkinci kontrol noktasından hızlı çıktım ama bu sefer bu ikili de kontrol noktasından hızlı çıktı. Aramızdaki fark bu nedenle çok fazla kapanmadı. İkinci ve üçüncü kontrol noktasına kadar kumlu dere yatağında koşacaktık bundan dolayı kumlu dere yatağına girmeden bu ikiliyi yakalamam gerekiyordu. Geçen yıllardan tecrübem, kumlu dere yatağında biriyle koştuğumda tek başıma koştuğumdan daha iyi koşuyordum. Kumlu dere yatağına girmeden farkı 50 metreye kadar düşürmeme rağmen bu ikiliyi yakalayamadım.
Kumlu dere yatağıyla beraber sıcaklık etkisini daha fazla göstermeye başladı. Yaklaşık 7 km dere yatağında koşacaktık. Kumlu dere yatağına girmemizle beraber aramızdaki fark açılmaya başladı ve kısa bir süre sonra öndeki ikiliyi görmemeye başladım. Farkın açılmaması için kendimi motive etmeye çalışıyordum ama kum ayaklarımdaki tüm enerjiyi alıyordu. Kendi kendime “sabret, az kaldı ve geri çevrilmesi zor farkın açılmasına izin verme” diyerek koşmaya devam ettim.


Üçüncü kontrol noktasına ulaştığımda aramızdaki fark 10 dakikaya çıktı. Üçüncü ve dördüncü kontrol noktasının arasında parkur sertti. Burada, canlı koşup farkı kapatmaya çalıştım. Dördüncü kontrol noktasında Martin’i yakaladım ve aradaki farkı 8 dakikaya düşürdüm. Ama son kısım yine kumlu dere yatağıydı. Kumlu dere yatağında debelene debelene bitiş noktasından 3 saat 26 dakikada 3. olarak geçtim.  İkinci gün sonunda genel klasmanda da üçüncülüğe geriledim. Nathan’nın yaklaşık 12 dakika, Hylton’nın da 7 dakika gerisine düştüm. İkinci günün özetini yapacak olursak benim için kötü fakat telafisi mümkün olan bir gündü,10 dakikalık bir fark bu tarz bir yarış için çok da büyük bir fark değildi.
Kamp alanı, Orange nehrinin kenarındaydı. Aslına bakarsanız bundan sonraki tüm kamp noktaları Orange nehri kenarında olacaktı. Bu bizim için yarışmanın başında bakınca bir avantajdı ama yarış içerisinde dezavantaja döndü. Yarış sonrasında suya girip serinlemek ve temizlenmek güzeldi ama bir sonraki gün koşuya kumlu dere yatağından yukarı çıkarak başlamamız ve gün sonunda başka bir dere yatağından aşağı inip Orange nehri kenarına gelmemiz anlamına geliyordu. Bu arada Kalahari çölü, bu gün de 5 kişinin yarışı terk etmesini sağlamıştı. Martin de organizasyon tarafından diskalifiye edildi. Böylece ikinci gün sonunda yarışı bırakanların sayısı 14’e çıktı.

Üçüncü gün sıcaklık yine 45 dereceyi gösteriyordu ve bizi 40 km’lik bir parkur bekliyordu. Mesafe olarak ikinci günden fazla olsa da daha kolay bir gündü. Yarışmanın başlamasıyla beraber bu sefer öne geçmesi gereken kişi bendim. Çünkü kapatmam gereken bir fark vardı. Yarış yine kumlu dere yatağıyla başladı. Yaklaşık 5 km dere yatağında koşacaktık. Güne kendimi mental olarak hazırlarken bir şekilde dere yatağından grupla beraber çıkmam gerektiğinin kararına vardım. Bundan dolayı kumlu dere yatağı boyunca kimsenin öne geçip tempoyu artırmasına izin vermedim. Dere yatağı bitene kadar tempoyu ben ayarladım. Çantam da artık hafiflemeye başlamıştı. Bunun etkisiyle daha rahat koşuyordum, dere yatağı biter bitmez tempoyu artırdım. Temponun artmasıyla beraber Hylton gruptan koptu. Nathan ile beraber kaldı. Tempoyu biraz daha artırıp 3 veya 4 km daha  tempolu gidip Nathan’ı da koparmaya karar verdim. Bu 3-4 km’de Nathan’ı kopartamasam normal tempoma dönmem gerekiyordu çünkü dördüncü gün uzun etap vardı. Uzun etap öncesi kendimi çok da yıpratmak istemiyordum. 3 km tempolu koştuktan sonra Nathan’ı kopartamayınca normal tempoma döndüm. Gün içerisinde özellikle kontrol noktaları çıkışlarında ara ara yine Nathan’ı koparmayı denesem de bunda başarılı olamadım. Günün son 4 km’sinde kumlu dere yatağından kamp alanına gittiğimiz için Nathan’ın 38 saniye arkasından günü 3 saat 36 dakikada bitirdim. Hylton 4 saat 15 dakika da bitiş noktasından geçince genel klasmanda ikinciliğe çıktım. Artık önümde sadece Nathan vardı ve aramızdaki fark sadece 13 dakikaydı. Hylton ile aramda yaklaşık 35 dakika fark vardı. Bu gün de yarışı iki kişi terk etti. Böylece 70 kişi başladığımız bu zorlu macera da 54 kişi kaldık.

Dördüncü gün uzun etap vardı. 81 km koşacaktık. Yarışa en yavaş sporcular sabah 6’da en hızlı koşucular öğlen 1’de başladı. Nathan ve ben öğlen 1’de başlarken Hylton üçüncü gün kötü koştuğu için 12:30’da tek başına başladı. 81 km’lik parkurun büyük bir kısmı kumlu değildi. İlk 20 km’nin büyük bir kısmı kumlu olmasına rağmen geri kalan kısım da çok fazla kum yoktu, ilk kontrol noktasına kadar kumlu dere yatağından yukarı doğru çıktık.


Dördüncü gün de üçüncü günkü stratejimi uyguladım, dere yatağı bitene kadar en önde koşup Nathan’ın öne geçmesine izin vermedim. Kontrol noktası 8.5 km’de olması gerekirken 11.km’de idi. Birinci kontrol noktasına kadar Nathan’ın ile birlikte gittik. Birinci kontrol noktasına gelince yarışmanın dördüncüsü İspanyol Julen’in yarışı terk ettiğini gördüm. Sıcaklık bu gün daha fazlaydı ve sıcaklıktan çok etkilendiği için ayaklarına kramplar girdiğinden yarışı bırakmış. Kontrol noktasında fazla oyalanmadan çıktım. Nathan’ın kontrol noktasında oyalandığını fark edince tempomu artırdım. Artık tek başıma koşmaya başladım. Mesafeler ilerledikçe yarışa erken başlayanları yakalamaya başladım. Sıcaklık yaklaşık 47 dereceydi. Sıcaklıktan dolayı sporcular temkinli koşuyordu. 14.km’ye gediğimde Hlyton’ı yakaladım. Hylton’ı yakaladığımda çok şaşırdım. Bu kadar kısa sürede onu yakalamayı hiç beklemiyordum. “İyi misin” diye sordum. “İyim” diye cevap verince koşmaya devam ettim. İkinci kontrol noktası 17.nci km’de olması gerekiyordu. İlk kontrol noktası kayınca diğer kontrol noktaları da kaymış. 17 km’ye gelince kafamda “Acaba yanlış mı koşuyorum” sorularıyla koşmaya devam ettim. Geçtiğim her sporcuya “Daha ikinci kontrol noktasını geçmedik değil mi?” diye sordum.

 Cevaplar “Hayır” olunca koşmaya devam ettim. İkinci kontrol noktasına geldiğimde büyük bir kalabalık vardı. Bakiye Abla da ordaydı. Bakiye ablayı da bu kadar erken yakalamayı beklemiyordum. Kalabalığı görünce sporcuların sıcaktan dolayı burada beklediklerini düşündüm. Kontrol noktasına gelince hakemler “Yarışmayı burada durdurduk” dediler. Ben de “Neden?” diye sordum. “Doktorun kararı” diye cevap verdiler. İlk başta hava kararana kadar burada bekleyeceğimizi sonra koşmaya başlayacağımızı düşündüm. Çantamdan bir şeyler çıkartıp yedim. Sonra etabın geri kalanın koşulmayacağı öğrendim. Nathan benden yaklaşık 5 dakika sonra kontrol noktasına geldi. Aradaki fark 8 dakikaya düştü diye düşünürken yarış direktörü “Günün tamamen iptal olduğunu” sporculara anons etti. Acaba yanlış mı anladım diye direktörle konuşmaya gittim. “Gün tamamen mi iptal oldu” diye sordum. Cevap “Evet” olunca “Neden böyle bir karar verdiklerini” sordum. Cevabı “ Sen yarış kazanacaksın diye ben hapse mi gideyim. Bu ülkede belli kurallar var” oldu. Bu cevabı duyunca şaşırdım ve “ Yarışmayı durdurmanıza hiç bir şey demiyorum. Tabi ki sizin önceliğiniz sporcuların sağlığını düşünmek. Parkurun geri kalanını neden koşmadığımızı sorgulamıyorum. Sorguladığım günün neden iptal olduğu. Sonuçta koşulan bir mesafe var ve siz bu koştuğumuz mesafeyi hiç koşulmamış gibi kabul ediyorsunuz. Bunun nedenini öğrenebilir miyim?” diye sordum. Cevap olarak “Hakemlerin zaman almadığını” söyledi. Ama şundan da eminim ben kontrol noktasına geldiğimde hakemler benim geliş zamanımı yazdıklarını gördüm. Konuşma tarzından bu konuşmanın bana bir şey kazandırmayacağını anladıktan sonra yanından ayrıldım.

Yaklaşık 2 saat ,ikinci kontrol noktasında bekledikten sonra otobüslerle kamp alanına götürüldük. Daha sonra öğrendiğim bilgilere göre organizasyon gece işaretlemesini beşinci kontrol noktasından sonra yapmış. Sporcular temkinli koştuklarından, saat 15:00 olduğunda ilk grup sporcular yani sabah 06:00’da çıkan sporcular dahil kimse üçüncü kontrol noktasına varamamış. Dolayısıyla hava karardığında halen beşinci kontrol noktasına varamamış olacaklardı. Sıcaklığı bahane ederek koca bir günü iptal ettiler. Böylece ilk iki kontrol noktasında yarışı terk eden yarışmanın üçüncü Hlyton ve dördüncü İspanyol Julen’in de aralarında olduğu 4 sporcu tekrar yarışa dönmüş oldu. Kamp alanına vardığımda tüm sporcularda bir hayal kırıklığı vardı. Bir çok sporcu günün iptal edilmesinden şikayetçiydi ve organizasyonu eleştiriyordu. Akşam yemeğini yedikten sonra yattık. Önümüzde koca bir boş gün vardı, bu günün dedikodusunu yapacak kocaman bir gün.
Uzun etapta bazı sporcuların gece yarısı veya sabaha karşı bitiş noktasına varacağı düşünüldüğünden dolayı beşinci gün boş gündü. Öğlene doğru kamp direktörü tüm sporcuları toplayıp “Yarış direktörünün öğleden sonra gelip yaşananlar hakkında bize bilgi vereceği ve altıncı gün etabının sabah saat 03:00’de başlayacağını” duyurdu.
Altıncı gün 47 km’lik bir etap vardı. Yarışın başlangıç ve bitiş noktası aynı yerdi yani dairesel bir parkur koşacaktık. Öğleden sonra yarış direktörü geldiğinde “Yaşananlar için üzgün olduğunu, tüm parkuru koşturmak istediğini ama sıcaklıktan dolayı uzun günü iptal etmek zorunda kaldıklarını, yarın koşacağımız parkuru bu gece koşacağımızı ve mesafeyi 33 km’ye indirdiklerini söyledikten sonra herkesten bunun için özür diledi. Bunca yaşananları bir özür ile geçiştirdi ve kimseden ses çıkmadı.
Artık tüm planlarımı gece koşacağımız 33 km’ye göre yapmam gerekiyordu. Saatler 7’yi gösterirken ilk grup start aldı. Biz de 7:30’da start aldık. Yarışın başlamasıyla beraber tempolu koşmaya karar verdim. Gidebildiğim yere kadar tempoyu sürekli yükleyecektim. Ya ben ayakta kalacaktım ya da Nathan. Ve ayakta kalan yarışı kazanacaktı. Hylton’da bizimle beraber savaşmaya karar verdi ama ilk yıkılan da o oldu. 6.km’de Hylton koptu. Tekrar Nathan ile baş başa kaldık, ikimizin de geri adım atmaya niyeti yoktu. Benim zorlandığım yerlerde o tempoyu artırdı, onun zorlandığı yerlerde ben tempoyu artırdım. Yıkılmadan ilk kontrol noktasına kadar ulaştık. Kontrol noktasına geldiğimizde hakemler “Ayın çok parlak olduğunu bundan dolayı işaretler belli olmadığını ve yarışı durdurduklarını ay yükseldikten sonra tekrar başlatacaklarını” söylediler. Tepkim çok sert oldu. “Şaka mı bu?” Cevap “Hayır” olunca “Bizimle dalga mı geçiyorsunuz. Kafamızdaki fener ne işe yarıyor.” diye sordum. Hakemlere bu şekilde yüklenmem yanlıştı ama konuşacak sadece onlar vardı. Çok sinirlenmiştim. 10 km boyunca tempolu bir şekilde koştuk. Tam ya ben kopacaktım ya da rakibim ama organizasyon yarışı durdurmaya karar vermiş. “Neden koşuyoruz ki!!!” diye düşünmeye başladım ve Bakiye Ablaya “Artık rölanti bir tempoda koşacağımı ve bitişe o şekilde gideceğimi” söyledim.

Bu karardan sonra yarış artık benim için bitti!!! Yaklaşık 40 dakika sonra beşerli gruplar halinde tekrar start aldık. Nathan’a “Artık benim için yarış bitti. Rölanti tempoda koşacağım.” dedim. 12.km’ye kadar Nathan ile birlikte koştuktan sonra Nathan yarış temposuna döndü bende onu arkadan takip etmeye başladım. Fark 300 metreye kadar çıktıktan sonra geceyi bir an önce bitirmek için tempomu artırdım. Her 5 km’de bir su noktası her 10 km’de bir kontrol noktası vardı. Yarışın 23.km’sine geldiğimizde ışıklar bir anda arttı. Ben de ışıkları takip ettim. Işıkları takip ederken bir şeylerin ters gittiğini anladım. Sanki aynı yerde dönüyoruz diye düşünürken iki hakemle karşılaştım. “Ne tarafa koşuyoruz?” diye sordum. “Lop yapacaksınız” diye cevap verdi. Bende “lopu koştum” diye cevap verince geldiğim tarafı göstererek “Bu tarafa koşacaksın” diye cevap verdi. Hakemin gösterdiği tarafa bakınca ben o taraftan geldim deyip arkamdan gelen Güney Afrikalı bir sporcuyla tekrar lopa girdim. İlk lopta ışıklara doğru koştuğum için lopu kestirmeden koştum. Bu sefer lopun tamamını koştum.

Tekrar aynı hakemleri görünce “Biri bize ne yaptığımızı açıklayabilir mi? Aynı yerde dönüp duruyoruz” diye bağırdım. Hakem bana “Benimle bu şekilde konuşamazsın yoksa seni diskalifiye ederim. Sana bu taraftan koşacaksın dedim sen tekrar lopa girdin” diye cevap verdi. O an hakeme kafa atmak istedim ama işte her istediğimizi yapamıyoruz. Geldiğim yöne doğru Güney Afrikalı sporcuyla beraber koştuk. Kontrol noktasına kadar onunla koştum. Geri dönüş yolunda gördüğüm sporculara lop yapacaklarını söyledim. Kontrol noktasına geldiğimiz de lop yapıp buraya geri geleceğimizi biliyor muydunuz diye sordum. Evet biliyorduk diye cevap gelince neden söylemediniz dedim. Ne tarafa koşacağız deyince geldiğimiz tarafı gösterdiler. Bu işte bir terslik vardı. Ama neydi bir türlü bulamıyordum. Kendi kendime inşallah geldiğimiz yerden geri dönmüyoruzdur demeye başladım. Artık Nathan’ın da göremiyordum.

31.km’ye kadar bu şekilde koştum. 31.km’de yarış direktörünü gördüm. “Lopa iki kere girdiğimi söyledim ve ne kadar daha koşacağımız?” diye sordum. Bana “İki kere lopa girmen imkansız” diye cevap verdi. “Girdim” deyince “Tamam Mahmut iki kere üç kere lopu koştun. Konuşarak nefes alıp dinlenmeye koşmaya devam et” dedi. 33.km’ye geldiğimizde hakemlere bitti mi diye sordum. Hakemler kampa geri koşacaksınız deyince. Anladım ki bu gece tam bir işkence. 33 km diye yola çıktık. 10.km’de yarışı durdurdular şimdi de 47 km koşacağımızı söylüyorlar. Şaka gibi ama yaşadıklarımız gerçekti. Bitiş noktasından geçmekten başka şansım yoktu. Söylene söylene bitiş noktasından geçtim. Bitiş noktasına vardığımda parkuru hazırlayan görevlilerde biri de oradaydı. “Starta parkurun bu şekilde olduğunu bilip bilmediğini” sordum. Cevabı netti “Bilmiyordum.”

Yaşadıklarımı anlatmaya çalıştım, ben konuştum onlar dinleyip hak verdiler. Zaten bir şey söylemeye yüzleri yoktu. Nathan’ın ile günün değerlemesini yaptıktan sonra çorba içip uyku tulumuma girip uyudum. Kabus gibi geçen bir günün bir an önce bitmesini istiyordum. Gece koştuğumuzdan dolayı Perşembe günü de boş geçti. Yarışma direktörü öğleden sonra kamp alanına geldi. “İkinci kez yarışmacılardan özür diledi. İsterseniz bugün yarışı burada bitirebiliriz. Fakat ben eminim ki hepiniz bitiş noktasından geçmek istiyorsunuz. Bundan dolayı son gün koşacağınız 26 km’lik parkuru 11 km’ye düşürdük. Buradan direk National Park’a koşacaksınız” dedi. Son gün sembolik olarak 11 km koşacağımızdan dolayı yarış artık bitmişti. Sporcuların hepsi dere içerisinde muhabbet edip bir şeyler yiyerek koca günü bitirdi. Herkes organizasyonu eleştiriyordu ama kimse direktöre bu konudaki şikayetlerini iletmiyordu. Gün içerisinde öğrenmiş olduğumuz bilgiler iyice şaşırmamıza neden oldu. Bilgiler şu şekildeydi, parkuru işaretleyen ATV arazi aracı arıza yapınca parkurun işaretlemesini vaktinde bitirememiş. Bizi 10.km’de bekletme sebepleri de buymuş. Benim lopta gördüğüm ışıkların sebebi de Nathan oraya vardığında organizasyonun direktörü işaretlemenin bitmediğini söyleyip Nathan’ı yavaşlatmış. Aslına bakarsanız o gece kimse bizim ne kadar koşacağımızı bilmiyordu. Ne yarış direktörü, ne doktorlar, ne görevliler ne de biz. Geçtiğimiz yıllarda organizasyon bir karar verdiğinde bu karardan alsa vazgeçmemişti. “Karar karardır. Asla değişmez” felsefesine sahiplerdi. Bu yıl ise planlar istedikleri gibi işlemeyince alınan kararlar sürekli değişti. Kararlar değiştikçe daha kötü kararlar alındı.

Son gün ilk grup saat 9’da biz ise 9:30’da start aldık. Formalite için koşulması gereken bu etabı sadece koşmam gerektiği için koştum diyebiliriz. En kısa yoldan National Park’a giden yol üzerinden koştuk. Bitiş noktasına yaklaştığımda bir haftadır sırtımda taşıdığım bayrağımızı ve Beşiktaş atkısını çıkarttım ve bitiş noktasından bu şekilde geçtim.



252 km olarak planlanan 180 km koştuğumuz fakat 160 km’sinin sayıldığı bu yarışı da bitirmiş oldum. Ultra maratonlarda her zaman hedef bitiş noktasından geçmektir. Bitirmenin yanı sıra ikinci olarak yarışı bitirerek ülkemizi en iyi şekilde temsil ettiğimi düşünüyorum. Bakiye Abla ise yarışmayı kadınlarda beşinci olarak tamamladı.

Yeni maceralarda buluşmak dileğiyle. 

2 Temmuz 2015 Perşembe

Sapanca Dağ Maratonu-2015

İki yeni arazi koşusu; geçtiğimiz hafta sonu ülkemize kazandırıldı. Bunlardan biri Sapanca Dağ Maratonu, diğeri ise Rize Hemşin’de düzenlenen Kaçkar Ultra Maratonuydu. Eskiden “Yarış olsa da koşsak” dediğimiz günlerden; şimdi “Hangi yarışı koşsak” konumuna geldik. Bizlere bu iki güzel organizasyonu kazandıran Alper Dalkılıç ve Unlimited Academy’e çok teşekkür ederim. Bu iki yarıştan birini seçmem gerekiyordu. Ben Alicem’e daha önce söz verdiğim için Sapanca Dağ Koşusunu seçtim. Organizasyon; ilk defa yapılması nedeniyle ufak tefek aksaklıklar olsa da çok güzel oldu. Kaçkar Ultra maratonunu koşanlarla konuştuğumda onlar da yarışmayı çok beğendiklerini söylediler. Bana düşen şu anda Sapanca Dağ Koşusunu koştuğum için bu yarışı anlatmak. Kaçkar Ultra Maratonu koşan arkadaşların raporlarını da dört gözle bekliyorum. 
Start Anı

Sapanca Dağ Koşusu; 5,30 ve 50 km’lik üç farklı parkurdan oluşan bir yarışma. Tabi ki ben her zamanki gibi zor olan parkuru seçip 50 km koştum. Aslına bakarsanız 5 km’lik yarış 6.5 km, 30 km’lik parkur yarış öncesi yağan yoğun yağmurdan dolayı 25 km, 50 km’lik parkur ise 47 km idi.

Yarış için cuma akşamı Şengül Üzen’le beraber İstanbul’dan Sapanca’ya doğru yola çıktık. Cuma akşamı İzmit’te çalışan arkadaşım Çağlar Kasım’la buluşup yarışmanın ana sponsoru olan NG Sapanca Oteline gittik. Göğüs numaralarını aldıktan ve arkadaşlarla muhabbet ettikten sonra Çağlar’ın evine doğru yola çıktık. Cumartesi sabahı erken kalkıp NG Sapanca Otelin gittik. Sapanca, İstanbul’a yakın olduğu için Cuma akşamı yerine Cumartesi sabahı yarışma alanına gitme seçeneği değerlendirilebilir. Nitekim cumartesi sabah İstanbul’dan gelen arkadaşlar da sabah biraz erken kalksalar da başlangıç noktasına gitmek amacıyla sabah 8’de NG Sapanca Otelde oldular.

Hacımercan Köyü-5 km bitiş noktası
Yarış Sapanca gölünün kenarında Harmanlık’da sabah 9:05’de başladı. 5,30 ve 50 km koşacak sporcular birlikte start aldı. İlk 3 km yi göl kenarında asfalt yoldan koştuktan sonra tepelere doğru tırmanmaya başladık. 5 km koşan Kemal Abi'yi (Koşan adam) patika yolun başlangıcında yakaladık. Patika iki kişinin yan yana koşmasına müsaade etmediğinden tek sıra koşmaya başladık. En öne geçip tempoyu ayarladım. Murat Kaya, yol genişleyince temposunu artırıp grubun önüne geçti. Grup olarak Murat’ı takip etmeye başladık. Grupta benim yanı sıra Çağlar Kasım, Ali Atav, Ergün Kızılaslan ve Duygun Yurteri vardı. 7 km boyunca grup halinde koştuk. Hacımercan köyünü geçtikten sonra başlayan dik yokuşla beraber grup dağıldı ve Çağlar ile birlikte koşmaya başladık. Yarışmanın 16’ncı km’sine kadar çok sert bir çıkış vardı. Yoldan bulduğum çubukları kullanarak genelde koşarak, ara sıra da yürüyerek tırmanmaya devam ettim. 16’ncı km’den sonra tırmanış 33’üncü km’ye kadar devam etse de tırmanışlar 8-16’ncı km’ler arasındaki kadar sert değildi. Genellikle koşulabiliyordu. Çağlar’la sohbet ederek Soğucak Yaylası’na kadar koştuk. Çağlar 30 km kategorisinde yarışıyordu. Soğucak Yaylasına geldiğimizde kontrol noktası göründüğünde saat 22-23’üncü km’yi gösteriyordu. Kontrol noktasına geldiğimizde; 25 km olmuştu. Kontrol noktasında görevli Soner Sarıhan Çağlar’a “30 km yarışı bitti “dediğinde her ikimiz de şaşırdık. Bir şeyler yedikten sonra oyalanmadan Çağlar ile beraber kontrol noktasından ayrıldık. Çağlar 30 km yarışı koşmuş olsa da 50 km’ye kadar devam etme kararı almıştı. Sonuçta bundan sonrası onun için antrenmandı. 27’nci km’de yorulmaya başlayınca “Abi ben geri döneyim. Sakatlık olmasın” dedi ve Soğucak Yaylası’na geri döndü. 

Soğucak Yaylası
Çağlar geri döndükten sonra tek başıma koşmaya başladım. 32’nci km’de suyum bitti. Yarış başında hangi km’lerde kontrol noktası olduğuna bakmamıştım. Soğucak Yaylası’ndan sonra iki kontrol noktası olduğu düşünüyordum. 33 veya 34 ‘üncü km’de kontrol noktası vardır ümidiyle koşmaya devam ettim. Fakat bir sonraki kontrol noktasnını 40’ıncı km’de olduğunu; ancak o kontrol noktasına varınca öğrenecektim. 33’üncü km’den sonra parkurun yokuş aşağı ve gölgelik olmasından dolayı su ihtiyacım olmadı. 4:30 pacerlerde yokuş aşağı inerken arkadan birinin “Mahmut” diye bağırdığını duydum. Dönüp arkama baktığımda Ali Atav’ın geldiğini gördüm. Yavaşlayarak Ali’yi bekledim. Ali tepeyi hızlı bir şekilde inerek beni yakalamıştı. Ali’ye yakalandıktan sonra tempoyu artırdık ve 4:00 pacerle koşmaya başladık. Kilometreler hızlı bir şekilde akmaya başlamıştı. Kısa bir süre sonra 40’ıncı km’deki kontrol noktasına ulaştık. Kontrol noktasındaki Halil Aktan’a “Ne kadar kaldı?” diye sordum. Halil “Burası 40’ıncı km kontrol noktası” diye cevap verdi. Kontrol noktasında su takviyesi yapıp ikişer tane bisküvi aldıktan sonra ayrıldık. Kontrol noktasında kaybettiğimiz süre 30 saniyeyi geçmez. O kadar hızlı bir şekilde noktadan ayrıldık. Bu arada ben de 42’inci km’de bulunan arı kovanlarından nasibini alanlardanım. İki arı tarafından sokuldum. Biri kolumdan diğeri ise omzumdan soktu. Kolumdaki arının iğnesini sıkarak çıkarttım. Omzumda pek bir şey yoktu. 44’üncü km’de patika yol bitti ve asfalt yola çıktık. Asfalt yolla beraber eğim azaldı. Eğimin azalmasıyla beraber Ali’nin hızı da azaldı. Yokuş aşağı inerken Ali’yi yakalayacağım diye çok çaba sarf etmiştim. Ali ise şimdi arkadan gelen yoksa yavaşlayalım diyordu. Ali tepe aşağı inerken böyle demiyordun. Hadi devam yavaşlamak yok diyerek Ali’yi 1 km koşturdum. Ali biraz yavaşlayalım demeye devam etse de biraz tempoyu düşürüp koşmaya devam ettik. Ali ile beraber 2 ve 3’üncü olarak bitiş noktasından geçtik. Murat Kaya 1’inci oldu. 47 km’lik güzel bir antrenman yarışı oldu. Yarıştan sonra bizi bekleyen havuz ve masajın keyfini çıkarttık.

After Race Party

After Race Party





Keyifli bir hafta sonu yaşamamızı sağlayan başta Alicem, Oğuzhan ve Halil olmak üzere tüm Unlimited Academy çalışanlarına, gönüllülere, yarışmanın fotoğraflarını çeken Aykut abi ve Nur Çubuk’a, yarışmanın ana sponsoru olan NG Sapanca Otele, tüm yarışmacılara, sponsorlarım SUUNTO ve OUTRUNNER’a çok teşekkür ederim.

Yarış sonuçlarını  (www.sapancaultra.org) adresinde bulabilirsiniz.

20 Haziran 2015 Cumartesi

Ultra Maraton Malzeme Listesi

Yoğun talep üzerine Runfire Cappadocia-2015 öncesi uzun etaplı ve tek etaplı bir ultra maratonda çantamda neler taşıdığımı ve yurt dışında gittiğim yarışlarda rakiplerimin neler taşıdığı hakkında bir şeyler karalamaya karar verdim.

Esas olanın yaşanmış tecrübelerin paylaşılmasına inanan biriyim. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Ama kesin olan bir şey var ki herkesin kendi özel malzemeleri olabilir. Örneğin ben yarış sonrası kuru kıyafet giymeye özen gösteren birisiyim. Ama bazı yarışmacılar koca bir haftayı sadece bir şort ve iki tshirt ile bitirebiliyor. Gobi’deki yarışmada bir Amerilkalı sporcu koca bir hafta boyunca bir şort taşımasına rağmen koştuktan sonra giymek için Compressport çorap taşıdı. Bazı yarışmacılar kılık kıyafetten ve yiyecek malzemelerden kısarken yanında kendine uğur getirdiğine inandığı ufak objeler taşıyabiliyorlar.

Gobi March 2013 Malzemelerim


Gobi March 2013 İsviçreli bir sporcunun Malzemeleri
Salomon S-Lab Sence Ultra
Öncelikle çok etaplı bir yarışta benim neler taşıdığımla başlayalım. Az öncede bahsettiğim gibi koşulan etap sonrası giyeceğim kıyafetlere dikkat eden biriyim. Hatta ilk koştuğum yarışlarda 3 şort ve minimum biri uzun kollu olmak üzere 4 tshirt taşıdım. Şimdilerde bunu 2 şort biri koşu şortu diğeri etap sonrası giydiğim şort. Her ikisinin de koşu şortu olmasına dikkat ediyorum. Çünkü yarış boyunca başınıza her şey gelebilir. Etap sonrası giydiğiniz şort bir anda koşu esnasında giymiş olduğunuz şorta dönebilir. Aslına bakarsanız yanımda taşıdığım her kıyafeti koşarken kullanabilecek şekilde seçiyorum. İlk koştuğum çok etaplı yarış Runfire Cappadocia-2012 öncesi çok tecrübesizdim. Yarışta neleri yanıma alacağım konusunda Mustafa Kızıltaş abiyi ve Alper Dalkılıç’ı defaten aradığımı hatırlıyorum. Her ikisinin de tecrübelerinden yararlanmaya çalıştım. Ama az öncede bahsettiğim gibi esas olan bir hafta boyunca kendinizin nasıl rahat edeceğini kendinizin belirlemesi. Benim burada yazdıklarım veya onların bana attıkları sadece tavsiyelerden ibaret. Bu tavsiyeler uymak veya uymamak, küçük değişikler yapmak tamamen sizin elinizde. Her ne kadar Runfire Cappadocia ilk çok etaplı ultra maratonum olsa da daha önce birçok macera yarışına katılmıştım. Dolayısıyla oralardan elde ettiğim tecrübeleri de kullanma şansım oldu.


Adidas Maraton 10
Runfire Cappadocia için koşu tabanlı bir sporcu olduğum için arazi ayakkabısı yerine koşu ayakkabısı seçtim. Çünkü arazi yani trail ayakkabılar hem bana ağır geliyordu hem de daha önce macera yarışlarında giydiğim ayakkabılar aşilime baskı yapmıştı. Bundan dolayı ayakkabı olarak İznik Ultra Maratonu 2012’da da kullandığım Adidas Maraton 10 modelini seçtim. Aynı ayakkabıyla Gobi March-2013’de koştum. Hatta Gobi öncesi bu ayakkabıyı birçok mağaza da aradım. En son öylesine gezerken İzmir Optimum’daki Adidas seri sonu mağazasında bulduğumda çok sevindim. Sonrasında Kalahari’de Salomon S-lab Sence ile koştum ve son derece rahattı. Son koştuğum İznik Ultra Maratonda ise Nike Pegasus 31 kullandım ve hiçbir sıkıntı yaşamadım.
Compressport Trail Tshirt



Gelelim koşu tshirt’üne bu yarışta Salomon’un macera yarışlarında kullandığım thirtleri kullandım. Aslına bakarsanız o zamanlar benim için giydiğim tshirtün çokta önemli yoktu. Çantamın macera yarışlarında sürtünmeden dolayı yapmış olduğu yaralara alıştım. Ama şimdi bakıyorum boşuna acı çekmişim. 2013 yılında koştuğum Kalahari Augrabies Extreme Maraton ile beraber ultra maraton için üretilen yarış formalarını giymeye başladım ve inanılmaz faydasını gördüm. Çantanın yapmış olduğu sürtünme kaynaklı yaralardan kurtuldum. İznik Ultra Maratonu 2015 ile birlikte Compressport’un trail tshirtünü kullanmaya başladım. Outrunner magazalarında bu tshirtler ve ilerde bahsedeceğim Led Sensor Seo5 kafa fenerini bulabilirsiniz.

Şort olarak koşarken rahat ettiğiniz rahat bir şort ile koşabilirsiniz. Çorap konusu da önemli ben yıllardır kullandığım çorapları Ufuk Öztürk abiden alıyorum. Her etap için bir çorap taşıyorum. Etap sonunda çorabı çöpe atıyorum. Ama 3 çorap taşıyıp dönüşümlü olarak kullanabilirsiniz. Yabancı sporcular genelde Compressport çorap ile koşuyorlar veya yanlarında taşıyorlar. Etap sonrası kamp alanında mutlaka bu çorapları giyiyorlar. çünkü kasların daha kısa sürede toparlanmasını sağlıyor.

Gobi'deki sırt çantam
Sırt çantası olarak macera yarışlarında kullandığım Salomon Raid Revo 30 sırt çantasını kullandım. Gobi March 2013 Ultra Maratonunda Cüneyt Aygün’den ödünç aldığım Inov 8 Race Pro 30 Sırt çantasıyla koştum. Her iki sırt çantasından da memnun kaldım. Bu arada unuttum Runfire Cappadocia 2012’de Muazzez Özçelik’ten ödünç aldığım 830 gramlık Karrimor Kodiak 25+5 sırt çantasıyla koştum. Karşılaştırma yaparsak bu üç çanta arasında en hafif olan Inov 8’i tercih ederim. Sırt çantası tercih ederken dikkat etmeniz gereken şeyler hafifliği, dayanıklılığı ve kullanışlı olması. Özellikle bel tarafında ufak ceplerin olması yarış içerisinde kullanacağınız jel, bisküvi, cep telefonu vb. şeylere kolayca ulaşmanızı sağlar. Su matarası olarak çantayla beraber su torbası kullanıyorum. Son yarışlarda çantanın içindeki su torbasına ilave olarak 500 ml su matarası da yanımda taşıyorum. Böylece kontrol noktalarından hızlı bir şekilde su takviyesi yapabiliyorum.

           Uyku tulumu olarak değişik uyku tulumları kullansam da esas olan sizi bekleyen soğuk bir hava şartı yoksa bulabildiğiniz en hafif uyku tulumunu tercih etmeniz. Benim Türkiye’de bulabildiğim en hafif uyku tulumu 590 gramlık Lafuma. Ama bundan daha hafif uyku tulumu bulmanız mümkün. Bunun için Emre Tok’a (www.kosuyorum.net) danışan bilirsiniz.

       Zorunlu malzemelerden biri olan yağmurluk konusuna gelince ortam şartlarına göre alabileceğiniz en hafif yağmurluğu almanızı tavsiye ederim. Ben genelde yarışlara giderken yanımda 2 tane yağmurluk götürüyorum. Biri hafif olan diğeri ise daha ağır fakat daha çok koruyucu olan. Ortam şartlarına göre en son yarış çantamı hazırlarken bir tanesini tercih ediyorum.


Kafa feneri olarak yıllarca Decathlon’da satılan Geonaute Onnıght 50’yi kullandım. Şimdi ise Led Sensor Seo 5 kullanıyorum ve çokta memnunum. Kafa feneri alırken dikkat etmeniniz gereken en önemli husus pilli olması. Çünkü şarjlı olan bir kafa fenerinin şarjı bittiğinde ortada kalabilirsiniz. Eğer zorunlu malzemeler arasında ikinci bir kafa feneri varsa Petzl Elite Zipi tavsiye ederim. Hem hafif hem de kullanışlı.
Led Sensor Seo 5 Kafa feneri
Saat olarak Suunto Ambit-2 kullanıyorum. Genelde sarjı 16 saat civarı gidiyor. Tek etaplı bir yarış için bu süre yeterli oluyor. Çok etaplı bir yarışta ise uzun etap öncesi şarj etmeniz yeterli. Şarj için yanınızda güneş paneli veya ufak şarjerler taşıyabilirsiniz. Saati şarj ettikten sonra şarjeri organizasyonda görevli personele bırakıp yarış sonrasında alabilirsiniz. GPS'li saat bu tarz yarışlarda çok önemli. Yarış içerisinde temponuzu ayarlamanızı ve kayboldunuz da saatteki izleri takip ederek son işaretin olduğu yere dönmenizi sağlıyor.

Bunların yanı sıra zorunlu malzemelerde bulunmuyorsa hafif bir eşofman altı/trekking pantolonu veya tayt, bandana/şapka, parkurun durumuna göre batonda yanınıza alabilirsiniz. Baton yüksek eğitimli ve teknik parkurlarda en büyük yardımcınız oluyor. Koşarken/yürürken batonlardan güç alarak daha az efor ile daha hızlı gidebilirsiniz. 

Gelelim en önemli konu olarak yiyeceklere. Ben çantamda;

Tortellini Makarna
3 veya 4 tane tortellini makarna – genelde 3 tane yetiyor. 1 tanesi 250 gram ve 3/4 kişilik. 3 tanesini buz dolayı poşetlerine koyarak 6’ya bölerek 6 öğünlük ana yemek yapabilirsiniz.

6 tane patates püresi. Bir tanesi 60 gram. Süt ile yapılması tavsiye edilse de su ile yapılınca da son derece lezzetli oluyor. Yapılması çok kolay, çok hafif ve ara öğün olarak yeteri kadar doyurucu.

4/6 tane ton balığı. Normalde ton balığı yemeyi pek sevmem ama yarışlarda mecburen patates püresiyle karıştırıp yiyorum. Yalnız dikkat etmeniz gereken paket ton balığı almanız ve 1 tanesinin ağırlığı 160 gram. 60 gramlık patates püresiyle birleşince etap sonrası güzel bir yemek oluyor. Bir yarışta Amerikalı Joel “Menüde ne var? diye sorduğunda "Ton balığı ve patates püresi var." diye cevap verdiğimde "Yanında salata da var mı? diye sormuştu. Hafif ve kaliteli bir öğün.  

Yeteri miktarda çay ve hazır çorba.

Yeterli miktarda Çikolata ve Tadımca.

Salt Stick Tuz tableti
Tuz tableti. Koşu esnasında saat başı 1 tane alacak kadar yanımda taşıyorum. Tuz tabletiyle ilk olarak Gobi’de tanıştım. O zamana kadar sürekli çantamda magnezyum diasporal taşıyordum. Gobi’de zorunlu malzemeler arasında tuz tableti vardı. Çanta kontrolüne gittiğimde "Tuz tabletlerin nerede?" diye sorduklarında Magnezyumu gösterdim. Tabi ki kabul etmediler ve "Tuz tableti bulman lazım." dediler. Oda arkadaşım olan Çinli sporcudan sırf çantamda taşımak maksadıyla 45 tane tuz tableti aldım. Çünkü minimum 45 tane tuz tableti taşıma zorunluluğu vardı. Her saat başına bir tane olacak şekilde. Daha önce kullanmadığım için yarışmanın ilk günü tuz tableti yerine magnezyum diasporal kullandım. İlk gün yarışın ortasında dehidrasyona girince etap sonunda doktorla konuştuğumda doktor bana "Mutlaka saat başı bir tuz tableti kullan faydasını göreceksin." dedi. Bende bu tavsiyesine uydum ve yarış boyunca bir daha dehidrasyon problemi yaşamadım.

Sabah kahvaltısı için bal parmak bal veya tüp şeklindeki çokokrem, 10 tane lavaş ekmeği ve lavache girit peynir. Bakiye abla lavaş ekmek yerine Eti Mek taşıyor.

Benim vazgeçemediğim yiyecek ise çubuk kraker. Çubuk krakeri koşu esnasında ve sonrasında çay ile beraber yiyorum. Hem tuzlu hem de doyurucu. Gobi’de koşarken ön gruptakilere ikram ettiğimde çok beğenmişlerdi.

5/6 tane protein barı- genelde uzun etaplarda kullanmak için yanımda taşıyorum. Yarış içerisinde bir hafta boyunca en fazla 3 tane tüketebildim. Ama yine de emniyet maksatlı sürekli  çantamda taşıyorum. Artı organizasyon kalori hesabı yaptığında işe yarıyor J

Çerez- fındık, badem ve ceviz. İlk koştuğum yarışlarda her birinden 100 gram alıyordum. Şimdi 50 gram alıyorum. Yeterli oluyor.

Runfire Cappadocia 2013 yarışında denemek maksadıyla yanımda puding taşıdım. Uzun etap öncesi yapıp kendimi mükâfatlandırmak istedim. Uzun etapta çantamı hafif tutmak için çantamda kalan çerezleri de içine kattım. Suyla yapmama rağmen çok lezzetli olduğunu söylüyor. Söylüyorlar diyorum çünkü soğuması için bıraktığımda döndüğümde kalmamıştı.

İlk koşmaya başladığımda çanta 17 kilo civarıydı. Macera yarışlarında kalma özellik olarak bir sürü gereksiz malzeme yanımda taşıyordum. Her şeyin yedeği çantamda mutlaka olurdu. Hatta Gobi March’da ikinci kafa feneri zorunlu malzeme olmasına rağmen ben her iki kafa fenerinin yedek pillerini bile iki gün boyunca yanımda taşıdım. İkinci gün sonunda çantamı hafifletmek için çantamın başına oturduğumda bu pilleri atmaya karar verdim. Çünkü yarış her gün sabah 8’de başlayacaktı. Uzun etap 75 km idi. Uzun etap dahil aksilik olmadığı sürece karanlıkta koşmak zorunda kalmayacaktım. Sadece kampta kullanmak için kafa fenerine ihtiyacım olacaktı. Şimdi çantam 11-12 kilo civarı ama çantamda gereksiz malzeme yok gibi. Peki rakiplerin çantaları 6-7 kiloyken benim çantam neden bu kadar ağır oluyor. Bunun iki sebebi var birincisi onların zorunlu malzemeleri benimkilerden daha hafif ikincisi de yemek tercihi.

Expedition Food
Yabancı sporcular yarış içerisinde yedikleri yemeğin kalitesinden çok elde ettikleri kaloriye bakarak yiyecek tercihi yapıyor. 2013 yılında Kalahari Augrabies Extreme Maratonu kazanan Daniel Ronald bir hafta boyunca protein barı, jel, protein tozu ve 100 gram badem ile beslendi. Yabancı sporcular genelde tuz tableti/elektrolit, jel, protein tozu, protein barı ve expedition food yiyorlar. Expedition food paketin bir tanesi yaklaşık 180 gram ve ortalama 800 kcal. Paketin içine sıcak su ilave edip 6/7 dakika bekliyorsunuz. Yemek hazır oluyor. Çok alternatifli menüleri var. Ama size uygun menüyü bulmanız için yarış öncesi mutlaka denemeniz lazım. Bir yarışta deneme şansım oldu tadını pek beğendiğim söylenemez. Yarış içerisinde kullanan sporcularla konuştuğumda bir yerden sonra bıkkınlık veriyor cevabıyla karşılaştım.


            Tek etaplı yarışlara gelirsek çantamda genelde zorunlu malzemeler dışında sadece yedek bir tsihrt taşıyorum. Ama drop bag yani çanta bırakmak noktalarına yarış içerisinde kullandığım malzemelerin yedeklerini mutlaka koyuyorum. Yiyecek olarak yanıma yeteri kadar tuz tableti, 1/2 tane çikolata, çubuk kraker, Topita/Olips şeker ve protein barı taşıyorum. Yiyecek olan kontrol noktalarından mutlaka bir şey yiyorum ve noktadan çıkarken yol boyunca yemek için yanıma yiyecek  bir şeyler alıyorum. Bunlar genelde muz, elma, bisküvi ve ekmek tarzı yiyecek oluyor.

Şimdiden koşacağınız ultra maratonlarda başarılar. Unutmayın malzeme tercihi yaparken kendinizi dinleyin ama çokta dinlemeyin çünkü gereksiz bir sürü malzeme taşımak zorunda kalırsınız. 


16 Haziran 2015 Salı

İznik Ultra Maratonu 2015

Aslına bakarsanız benim için yazmak koşmaktan çok daha zor fakat İznik Ultra gibi her koşucunun yaşaması gereken bir deneyimi de aktarmasam olmazdı. İznik Ultra’dan sonra yoğun bir iş ve yarış programım nedeniyle bir türlü bilgisayar başına oturmaya fırsat bulamamıştım. Bulduğum zamanlarda da yazacak durumda değildim.

İznik Ultra maratonunu koşma kararını verirken, koşsam mı, koşmasam mı,42 mi koşsam, 136 mi koşsam acaba diye çok düşündüm. Sonunda, çalışma şartlarım elverirse 136 km koşmaya karar verdim. Yarış öncesi iş sebebiyle İzmir’deydim.Yarış sabahı Cemil Gökçe,  Nejdet Yergök ve Çagın İpekoğlu’yla beraber İzmir’den İznik’e geldik. Yarış kitini aldıktan sonra dinlenmek için Alpaslan’ın malikanesine gittim. 136K yarışı  gece yarısı başlayacağı için uyumaya çalıştım ama uyumak için ne kadar çaba sarf etsem de başarılı olamadım, sadece biraz dinlenebildim. 
       
Başlangıç anı
37''inci km Örnekköy
         Yarış günü hava çok güzeldi bu yüzden yarışa taytla mı şortla mı başlasam diye ikilemde kaldım fakat tepeler her zaman İznik merkezden daha soğuk olduğu için taytla koşmaya karar verdim. Saatler 00:05’i gösterirken yarış başladı. Yarış düşündüğümden daha hızlı başladı. İlk km’yi 4:15 pace ile geçtik, arkama baktığımda yaklaşık 20 kişilik bir grup vardı. Yarışmanın favorilerinden İskoç Donald Campbell’da ön gruptaydı. Gruba “Tempoyu düşürelim bakalım ne yapacak?” dedim. Biz tempoyu düşünürünce Donald’da tempoyu düşürdü,sonra arkasına baktı ve temposunu arttırdı.136 KM’lik bir yarışa bu tempoyla başlamak istemediğimden dolayı tempomu düşürdüm ve 5:15’lik tempoyla koşmaya devam ettim. Ben, Bulgar sporcu Maria Nikolova, Ufuk Abi, Aykut Çelikbaş, Hüseyin Haşhaş, İlker Laçalar, Yücel Kalem, Servet Çataltepe, Tolga Güler, Murat Akkaya, Hilmi Güven, Hilmi Güven, Özgür Öztem’ den oluşan bir grup vardı. Gruba “Hangi tempoda koştuğunuzun farkındasınız değil mi? ” diye sordum. Murat ve Tolga aynı anda “Bırak bari ilk kontrol noktasına sizden önce girelim” dediler. Fakat bilmedikleri bir şey vardı, yarışın başındaki bu tempo ilerleyen km’lerde onlara olumsuz olarak geri dönecekti. Yücel Kalem, temposunu artırıp grubun önünde koşmaya başladı. Birinci kontrol noktasını 9. olarak geçtim. Grupla yaklaşık 22 km beraber koştuk,  22. KM’de Murat yorulunca diğerleri de onunla beraber yavaşladı. 24 km’de ihtiyaç molası için durduğumda Aykut ,Hüseyin Haşbaş ve Ufuk Abi’den koptum ve Maria ile beraber koşmaya başladık. Öndekileri takip ederken bir anda yanlış yolda gittiğimizi düşünerek geri döndük, yaklaşık 200 metre geri koştuktan sonra Servet Çataltepe doğru gittiğimizi söyledi. Boşu boşuna geriye doğru koşmuş olduk. İkinci kontrol noktası olan 27’nci km’deki Boyalıca’dan 6. olarak geçtim. Bunu çok fazla dert etmiyordum çünkü düşündüğüm tempoda koşuyordum. Artık ultra maraton koşma konusunda tecrübeliydim ve çevremde koşanların hangi tempoda koştuğu benim için önemli değildi. Kendi tempomda koşmaya devam ettim. Yarışın ilk sert tepesini çıkarken rakiplerimi önümde görüyordum. Onları yakaladım diye sevinirken, tepeyi çıkmak düşündüğümden uzun sürdü. Yarışın 35’nci km’sinde Yücel Kalem’i yakaladım ve yanından hızla geçtim. Aslında Yücel’i görünce şaşırdım çünkü Yücel’i tanıyordum ve neden bu tempoda başladığına anlam verememiştim. Yarışın başında kendini iyi hissetmiş ve koşmaya devam etmiş, uzun bir süre birinci gittiğini düşünmüş fakat bu sürede önünde giden Donald’ın varlığından haberi yokmuş. Önümdekileri sorduğumda 4-5 dakika önümde olduklarını söyledi. 37. km’deki Örnekköy’e girerken Ufuk Abi kontrol noktasından çıkmıştı. Kontrol noktasından yanıma, 3-4 tane bisküvi ve yarım litre su alarak çıktım ve kısa bir süre sonra Ufuk abiyi de yakaladım. “Hadi abi beraber koşalım” dedim “Sen git ben kendi tempomda koşacağım” diye cevap verdi. Tempomu biraz artırıp Aykut ile Hüseyin’i yakalamaya karar verdim, az kaldı yakaladım diye diye kendimi 4’uncü kontrol noktası olan 58’inci km’deki Örnekköy’de buldum. 

         Örnekköy’e geldiğimde Aykut ile Hüseyin’de kontrol noktasındaydılar. Bu nokta çanta bırakma noktası olduğu için kıyafetlerimi değiştirdim ve oyalanmadan yoluma devam ettim. Aykut’tan hemen sonra kontrol noktasından ayrıldım,ben kontrol noktasından ayrılırken Hüseyin hala kontrol noktasındaydı. Yaklaşık 1 km sonra Aykut’u yakaladım ve geride bıraktım artık önümde sadece Donald vardı. Kontrol noktasından çıktığımda aramızdaki zaman farkını sorduğumda Yaklaşık 20 dakika diye cevap geldi. Motivasyonum çok iyi durumdaydı, kendimi çok iyi hissediyordum. Güneş yavaş yavaş doğmaya başlamıştı, tempomu biraz artırarak Sölöz’e kadar tempolu koşmaya karar verdim,  bu sürede aradaki farkı kapatmayı düşünüyordum. Düşündüğüm gibi de oldu. Sölöz Burnu’na geldiğimde fark 16 dk ’ya indi. 12 km’de 4 dakika farkı indirmeyi başarmıştım. Sölöz’den sonra yarışın ilk ciddi çıkışı vardı,tırmanmaya başladığım noktada yoldan bulduğum çubuk ile koşmaya başladım. Bu tepeyi yürümeden çıkarsam Narlıca’ya vardığımda farkı 10 dakikaya düşüreceğimi düşünerek  Sölöz’den Narlıca’ya kadar nerdeyse hiç yürümeden koştum. Çantamdaki su şişem düştüğü için arada yolda gördüğüm su kaynaklarından su içip koşmaya devam ettim. Narlıca’ya geldiğimde aradaki farkı sorduğumda 30 dakika dediklerinde bir anda yıkıldım. Sölöz’den Narlıca’ya kadar aralıksız koşmuştum buna rağmen fark düşeceğine artmıştı. 
Sölöz'den Narlıca'ya giderken
         Caner’e “Artık yarışı rolantiye alıyorum, yeni hedefim 2.likteki yerimi korumak .” dedim. Caner’de “Yarışın daha en zorlu çıkışı duruyor, Donald İngiliz, ülkesinde fazla tepe yok.” dedi. Bende  “İngiliz olabilir ama Avusturya’da antrenman yapıyor.” dedim. Caner’e “Parkurda fazla değişiklik yok değil mi? diye sordum. “Bir kaç değişiklik var.” diye cevap verdi. Sanki ben Karadeniz’de yaşıyor muşum gibi, Donald İngiliz dedi bana, ben de İstanbul’da yaşıyorum. En yüksek noktası benim antrenmanlarımı yaptığım Aydos o da 537 metre. Antrenmanlara 250 metreden koşmaya başladığımı ve en yüksek noktasına çıkmadığımı da sayarsak biry andan antrenmanda kazandığım en yüksek rakım farkı 250 metreyi geçmez düşünceleri vardı kafamda. Neyse, bunlar işin detayı, dönelim yarışa. Narlıca’dan çıkmaya hazırlanırken Aykut’u görünce ikinci kez şaşırdım çünkü Aykut’un bu kadar iyi geleceğini düşünmüyordum. Oylanmadan tekrar koşmaya başladım. Kısa bir süre sonra Müşküle’ye ulaştım. Müşküle’deki kontrol noktasından hiç oyalanmadan çıktım ve yarışın son çıkışını tırmanmaya başladım. Tepeyi çıkarken ara ara arkama bakıp, Aykut’un gelip gelmediğini kontrol ettim. Aykut’u gördüğümde kendimin bulunduğu noktayı kerteriz alıp aramızda zaman farkı artıyor mu azalıyor mu diye kontrol ettim. Her seferinde fark biraz daha arttı. Bir yerden sonra artık Aykut’u görmemeye başladım. Caner, söylediğinin aksine parkurda büyük değişiklikler yapmıştı. Bu parkur geçen yıllar ki parkurlara göre daha teknikti ama bence daha güzeldi. Dümdüz yoldan çıkmak yerine araziden yukarı çıkmak bana daha keyifli geldi. 106. km’deki Süleymaniye’ye   geldiğimde durumum iyiydi. Bir ümitle, Donald’ı sorduğumda aradaki farkın 45 dakika olduğunu söylediler, hedef artık 2.likti. Kontrol noktasında bir şey yiyip su ikmali yaptıktan sonra ayrıldım. Müşküle’den Sülemaniye’ye çıkarken yoldan çubuk buldum bunları kontrol noktasına girerken atmadım. Çünkü Süleymaniye’den sonra yaklaşık 2-3 km’lik bir çıkış olduğunu hatırlıyordum. Bu tepeyi çıkınca çubukları attım. 
Süleymaniye'ye tırmanırken
        Yaklaşık 1 km sonra çubukları attığıma pişman oldum çünkü ufak ufak bir sürü iniş çıkış vardı. Geçen yıllarda parkuru tersten koştuğumuzdan bu noktaların yarışın sonu değil de başı olmasından dolayı bu iniş çıkışları pek hissetmemiştim. 110 km koştuktan sonra en ufak çıkışta vücut bunları hisseder hale geliyor. Çıkışlarda yürüdüm. İnişler ve düz yerlerde koşarak devam ettim. Çoğu gitti azı kaldı diye kendimi motive etmeye çalıştım. Hatta 113’inci km’de 23 km kaldı hadi sabret dediğimi hatırlıyorum. Kısa bir süre 23 km mi?!!! Yarı maratondan daha uzun kalmış dedim. Kalana değil koştuğuna bak dedim kendime 113 nerede 23 nerede. Bu şekilde söylene söylene Derbent’e doğru ilerledim. Derbent’e yaklaşınca görevlileri gördüm. Fotoğraf çekip beni motive ettiler. Derbent’e inerken yaklaşık 3 km boyunca asfalt yolda koşmak zorunda kaldım, asfalt beni çok zorladı, dizlerim ağrımaya başladı ama tempomu koruyarak koşmaya devam ettim. 121’inci km’deki Derbent’e ulaştığımda son kontrol noktasına da ulaştın diyen birine  “Bitti ama bende bittim” dediğimi hatırlıyorum. Evet, artık sadece bitiş noktasından geçmek kalmıştı ve 15 km’nin neredeyse 8 km’si yokuş aşağıydı. Yarışın başında planlar yaparken, Derbent’ten sonrası çantada keklik gibi görünüyordu ama planlar hiç düşündüğüm gibi olmadı. Çünkü tepeleri inerken dizim ağrıyordu ve bu ağrıyla Derbent’ten sonra 1 km daha asfalttan aşağı doğru koştum. Sonrasında parkur, tekrar araziye döndü Patika yolda 3-4 km boyunca ufak iniş çıkışlar vardı. İnişleri inerken dizim ağrıyordu ama ağrıya dayanarak koşmaya devam ettim sonra tekrar tepe çıktım. Tepeleri yürüme koşma arası gidiyordum. Sonrasında yine iniş ve ardından yine çıkış. Çıktığım tepeye mi yanayım yoksa indiğim yeri tekrar inmek zorunda olduğmamı. Neyse sonunda acılar içinde 8 kmlik iniş bitirdim. İnişin sonunda dere yatağı vardı, dere yatağından taşlara basarak geçme şansım vardı fakat hiç düşünmeden kendimi soğuk suların içine attım, durdum, yüzümü yıkayıp su içtim. Organizasyonda gönüllü İznik’li bir çocuk motoruyla bana eşlik etmeye başladı. Acı çekiyordum ama acının bir an önce bitmesi için durmadan koşmaya devam ettim. Bir köyün içinden geçtikten sonra İznik şehir merkezine girdik. Artık yarışın son km’sine girmiştim ve gördüğüm herkes beni alkışlıyordu. Gece yarısı karanlıklar içinde çıktığım noktaya ulaşmıştım, alkışlar içinde  finish noktasından geçtim. Dilekolay 4.uncü kez bu zorlu yarışı bitirmeyi başarmıştım.

İznik'te güneşin doğuşu
       Bu yıl organizasyon, diğer yıllara göre daha iyiydi. Parkurun tersten koşulması ve parkurdaki değişikler parkuru daha zorlu hale getirmiş olsa da benim açımdan koşulması daha keyifliydi. Önümüzdeki yıl koşacak olanlar için en büyük tavsiyem kesinlikle bu parkuru koşmaları olacak. Parkurun, özellikle Sölöz’den sonraki kısmında en büyük yardımcınız batonlarınız olacaktır. Yarışmada emeği geçen, başta Caner Odabaşoğlu ve Macera Akademisi Ekibine, kahrımızı çeken, biz motive eden gönüllülere, Soner SARIHAN ve tüm yarış boyunca bizleri yalnız bırakmaya İznik Halkına, Bursa Büyükşehir ve İznik Belediyesine, UMKE ve AFAD’a, beni İzmir’den İznik’e taşıyan Cemil Gökçe’ye sponsorlarım OUTRUNNER ve SUUNTO’ya teşekkür ederim.

Yarış sonuçları : http://racetecresults.com/results.aspx?CId=16389&RId=67

Yarış kayıtlarım : http://www.movescount.com/moves/move59800913

12 Şubat 2015 Perşembe

İLK MARATON

         
Maraton koşan herkesin bir ilk maraton hikayesi vardır. Bende ilk maraton hikayemi kaleme almak istedim. Aslına bakarsanız her yarışın bir anısı vardır. Ama ilkler hep özeldir. Öğrenciyken maraton koşmayı çok istiyordum ama antrenörüm “Maraton koşmak için yaşımın genç olduğunu maraton için biraz beklemem gerektiğini “ düşünüyordu. İlk maratonumu koşmak için 2004 yılını beklemem gerekti. İlk maratonumu koşarken İzmir’de çalışıyordum. Asıl hedefim Silahlı Kuvvetler takımına girmekti. Ama maraton koşmaya karar vermiştim. Antrenörüm Doğan DEMİRHAN’da Harp Okulundaki antrenörüm Şükrü KARABACAK gibi beklememi söyledi. İstanbul Maratonu’na 15 km koşmaya gittim. Doğan Hoca benim maraton koşma istediğimi bildiği için “Eğer maraton koşmaya karar verirsen ne olursa olsun mutlaka bitir” dedi. Son antrenmanı maraton koşmamam için sert yaptırdı. 10 dakika arayla bir tane 5000 (16:11) bir tane de 3000 (9:29) koşturdu.

Cuma günü iş çıkışı otobüse bindim ve İstanbul’a doğru harekete geçtim. İstanbul’a gidiş amaçlarımdan biri de arkadaşımın düğününe katılmaktı. Cumartesi akşamı arkadaşımın düğünü gittim. Nasıl olsa 15 km koşacağım diye hareket ediyordum. Eve vardığımda saat gecenin 1’iydi. Sabah 6 gibi kalktım ve köprünün yolunu tuttum. Göğüs numaramı Mehmet Gündem almıştı. Bana çift kayıt yaptırmış. Hem maratona hem de 15 km’ye. “Mahmut sana maraton için elit atlet göğüs numarası aldım.” dedi. Bende Mehmet abiye “O zaman senin için maraton koşayım” dedim. Mehmet abi bana “Bayan atletlerin ön grubunda gitmemi, yarışın başında atak yapıp tempoyu artıracaklarını ama atağa cevap vermemi onlarla koşmaya devam etmemi ve sonrasında kendini iyi hissetsen bile tempoyla fazla oynamamamı “ söyledi.

Yarış başlar başlamaz bayanların ön grubundaki yerimi aldım. Onların temposunda koştum. Bayanlar İlk 5 km’yi benim plandığım gibi koştular. İkinci 5 km’ye başladığımızda tempoyu arttırdılar. Rahat olduğum için onların temposuna uydum. 10 km’ye geldiğimizde ikinci 5 km’yi 16:41’de geçtiğimizi gördüm. Sonrasında içimden sizin yolunuz açık olsun deyip kendi tempoma döndüm. Çünkü daha önümde 32 km’lik uzun bir mesafe vardı. Kısa bir süre tempomu ayarladım ve planladığım tempoda koşmaya başladım. 1-2 km sonra yarışı bayanlar kategorisinde 2’ncilikle bitiren Rus bir bayan atlet yanıma geldi. Tempo hoşuna gitmişti. Arkamda koşmaya başladı. Bir süre sonra bu durum beni rahatsız etti. Yanımda koşmazsa tempoyu artıracağımı söyledim. Yanıma geldi 21 km’ye kadar birlikte koştuk. 21’inci km’ye geldiğimizde ayakkabı tabanım ince olmasından dolayı bileklerim ağrımaya başladı. Tempomu düşürdüm. Biraz koştuktan sonra ağrım azalmaya başladı ve sona erdi. Tekrar normal tempoma döndüm. 30’uncu km’ye kadar tek başıma koştum.


30’uncu km’de yarış hakemlerinden biri 23’üncü olduğu söyledi. Benim önümde 5 kişilik bir grup vardı. Eğer grubu yakalarsam ilk 20’ye girip para ödülü alacaktım. Kendimi çok rahat hissediyordum. Yarıştan önce konuştuklarım ‘maraton 30’uncu km’de başlar’ demişti. 30’uncu km’ye gelmiştim ve kendimi çok rahat hissediyordum. Mehmet abinin tavsiyesine uymayıp tempomu arttırdım. 35’inci km’de grubu yakaladım. Derece 2 saat 11 dakika civarlarındaydı. Düşündüğümden iyi koşuyordum. Ama kendimi iyi hissetmiyordum. Ters giden bir şeyler vardı. Ayağıma kramp girmeye başladı. Artık acı çekiyordum. Ama bir şekilde bu yarışı bitirmem gerekiyordu. Çünkü antrenörüm Dogan Hoca ’ İlk maraton çok önemli en olursa olsun bitir’ demişti. Her 2,5 km’de su veya elma veriyorlardı. Artık su ve elma için koşmaya başladım. Su içip veya elma yiyince vücut biraz toparlıyor 1 km rahat koşuyordum sonra tekrar kramplar girmeye başlıyordu.
Karaköy’e ulaştığımda sıkma portakal suyu satan bir satıcı gördüm. Abi bir bardak portakal suyu versene dedim. Satıcı tam portakal suyunu dolduruyordu ki’ Sen koşucusun üzerinde para yok ‘ deyip portakal suyunu vermedi. Abi söz yarış bitince paranı getireceğim dememe rağmen vermedi.
Koşmaya devam ettim. Artık İnönü stadını görmeye başlamıştım. 15 km koşanların destekleriyle koşarak bitiş noktasını geçtim. Derece 2:48:50’i gösteriyordu. İlk maraton için güzel bir dereceydi. Ama biraz akıllı koşaydım. 2:35-2:40 arası bir derece koşabilirdim. İşin ilginç yanı 35’inci km’den sonra 7-8 kişiye geçildim. Ve yarışı 24’uncu bitirdim. Tempomu arttırmadan devam etsem belki bulunduğum konumu koruyabilecektim. Hem iyi bir derece koşmuş olacaktım hem de ilk 20’ye girecektim. İlk 20’ye girme hırsı ile son 7 km’de çok büyük sıkıntılar yaşadım. Ama her şeye rağmen ilk maratonumu bitirmeyi başardım.
Yarışı bitirdiğimde çekmiş olduğum acıyı kelimelerle ifade edemem. Ama o gün orada pes etmiş olsaydım belki sonra koşacağım yarışlarda bu yarışın vermiş olduğu olumsuz etkiyi hep hissedecektim. Maraton koşmak aynı zamanda mental bir savaş. Bu savaşı kazanmak sizin elinizde.
İlk maratonunu koşacaklara en büyük tavsiyem “ unutmayın ki yolunuz uzun ve yarışın başında her zaman kendinizi iyi hissedersiniz ve normal temponuzun üzerinde koşmak istersiniz. Ama kesin olan bir şey var ki başlar da normal temponuzdan 5 saniye bile daha hızlı koşarsanız 30’uncu km’den sonra bu size minimum eksi 30 saniye olarak döneceğini unutmayın". Son iki İstanbul Maratonu’nda ve Runtalya Maratonu’nda pacerlık yaptım. Bu tezimi tempo verdiğim arkadaşlara ispatladım. Çoğu düşündüklerinden daha az acı çekerek en iyi maraton derecelerini koştular.

İlk maratonunu koşacak herkese bol şans diliyorum.

ASLA İLK MARATONUNUZU TERK ETMEYİN. NE OLURSA OLSUN BİTİRİN.